KURANDA S İ H İ R / B Ü Y Ü KAVRAM VE MAHİYETİ
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese ‘Biz imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (2/Bakara, 102)
“Eğer onlar Allah’a inanıp kendilerini kötülükten korumuş olsalardı, şüphesiz, Allah tarafından kendilerine verilecek sevap daha hayırlı idi. Eğer bunu bilselerdi ne iyi olurdu.” (2/Bakara, 103)
Sihir; Anlam ve Mâhiyeti
Türkçede “büyü” kelimesiyle karşılanan “Sihir”, Arapça lügat anlamıyla, “her ne olursa olsun, sebebi gizli olan ince şey” demektir. Nitekim fecir vaktinin başlangıcına da ufuk çizgisinin inceliğinden dolayı “seher” denilir. Bu anlamda, yani sebebi gizli olan ince şeyleri bilmek ve tanımak anlamında sihrin küfür olmayacağı açıktır. Ancak, dinî örfteki anlamıyla sihir, sadece bu demek değildir. Sebebi gizli olmakla beraber, gerçeğin aksine tahayyül olunan yıldızcılık, falcılık, medyumluk, cincilik, şarlatanlık, hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey demektir. Halk dilinde de sihir veya büyü denilince akla gelen bunlardır ve bütün bunlar çirkin ve bâtıl şeylerdir. Çünkü bunda esrârengiz bir şekilde hakkı bâtıl, bâtılı hak; hakikati hayal, hayali hakikat diye göstermek vardır. Nitekim, “İnsanların gözlerini sihirlediler” (7/A’râf, 116); “Sihirleri sâyesinde ipleri ve sopaları onun hayâlini büyüledi, çünkü onlar gerçekten yürüyor gibiydiler” (20/Tâhâ, 66) buyrulmaktadır. Demek ki, esrârengiz, gizli sebep ile incelik, dış görünüşü itibarıyla çekicilik ve bir de kötü maksat, sihrin niteliğini belirler.
Dinî örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık tarzında cereyan eden herhangi bir şey demektir. Kendisinde, hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme özelliği söz konusu olduğu için, aslında ortak adı İslâm olan tüm semâvî dinler tarafından kötülenmiş ve yasaklanmıştır. Mâhiyetinde, esrârengiz gizli sebep ile incelik, dış görünüşünde câzibe, hile ve kötü niyet vardır. Bizzat ilâhî irâde ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır. Bu özel sebebi herkes bilemediğinden, sihir hârika gibi zannedilir. Bunun için, sebebi herkesçe bilinmeyen herhangi bir hakikat bile başkalarını kandırmak için kullanıldığı takdirde sihir olur. Bu sebebin nazarî/teorik olarak açıklanabilir bir halde bulunması da şart değildir. Az çok taklidî bir şekilde ortaya konulabilmesi de yeterlidir.
Yaratılış sebebi ilmen açıklanamayan, tek başına ya da zincirleme bazı garip olaylar meydana getirebilmek sihir olmaz. Fakat insanları aldatmak için bunlardan faydalanmaya kalkışıldığı ve bu şekilde kalplere tesir ederek dolandırıcılık yapılmak istenildiği zaman bunlar sihir özelliği kazanırlar. Bunun için imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmak, sihrin köküdür. Sihirbazlar, çeşitli bilimlerden, sanayi ve teknolojiden, edebiyattan, felsefeden, yaratılışın garip sırlarından kötü niyetleri için yararlanmasını bilirler. Bu şekilde hakkı gizlemek için yazılmış nice felsefeler, romanlar, tarih kılıklı kitaplar vardır. Vaktiyle hukemânın, yani hikmet ehli kimselerin “domuzların boynuna mücevher (inci gerdanlık) takmayın” nasihati, bu gibi kimselerin yüksek ilimleri öğrenerek, bunları kötü maksatlarla kullanmalarını önlemek için verilmiştir.
Sihir, din açısından şiddetle kınandığı ve yapanlara ağır cezalar öngördüğü halde; bazı kayıtlarla meşrû kılınmış hususlar için de kullanılmıştır. Hz. Peygamber’in “Belîğ olan sözlerden bir kısmı muhakkak sihirdir” (Buhârî, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47) sözleri bu cümledendir. Ömer bin Abdülaziz de, kişinin güzel konuşması ile gerçeği etkili şekilde ortaya koymasına “sihr-i helâl” demiştir. Bu durumda, hakkı ortaya koyan belîğ konuşmalar helâl bir sihir olup hakkı bâtıl, bâtılı hak şeklinde gösteren belîğ konuşmalar da haram bir sihirdir. (1)
Büyü anlamına gelen Fransızca ve Almanca “magie”, İngilizce “magi”, “magic” kelimelerinin aslının Yunanca “magos”tan geldiği bilinmektedir. “Sihir” kelimesi, Türkçede “büyü” kelimesiyle karşılanır. Aynı zamanda sihir kelimesi de kullanılır. Fakat, Türkçede sihir ve büyü kelimeleri tümüyle aynı anlamda kullanılmamaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de geçen “sihir” kelimesi, büyü anlamını da taşımakla birlikte sihir, büyüden daha geniş kapsamlıdır: Büyü ile sihrin bazı şekilleri arasında farklar vardır.
Öte yandan Türkçe’de büyücü ile sihirbaz aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüşü aldatan, hokkabazlık, el çabukluğu ve renk yanıltmasına dayanan bir gösteri anlamı da vardır. İllüzyonizm, manyetizma, hipnoz, telepati gibi teknikleri uygulayan kimse, sihirbazdır. Büyücü ise, iyi veya kötü varlıkların yardımını sağladığı varsayılan, büyü tekniğini, usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muskaları, diğer ilgili maddeleri bilen ve kullanan veya öyle kabul edilen kimsedir. Daha çok el çabukluğuna dayanan, sahne showlarına, halkı eğlendirme amacıyla gösterilen teknik ve illüzyonlara, gözleri yanıltmaya sihirbazlık denilirken; cinlerle iş yaptığı zannedilen, muska ve üfürükten yararlanan, insanların zihnini etkilemeye ve çeşitli rûhî hastalıklara veya bu hastalıkları tedâviye sebep olduğu kabul edilen kimselerin tıp, bilim ve din dışı araçlar kullanarak kötülük adına yaptıklarına da büyü denilmektedir. Cadılar ve kâhinler, büyücülerle karıştırılırsa da aslında onlarınki bir teknik değil; şahsî kabiliyet veya istismara dayanan farklı yöntemlerdir. Medyumlar, falcılar, astrologlar da modern müneccim ve büyücüler olarak kabul edilebilir.
Büyü, “tabiat üstü gizli güçlerle ilişki kurularak, yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabiî/doğal nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gâyeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler” şeklinde tarif edilebilir. Kutsalla ilişkisi bulunmaması ve ahlâkî amaç taşımaması, büyünün en temel özellikleridir; başlıca gayesi ise daima çıkar sağlamaktır. Batılı bazı araştırmacılar, “din” ile “büyü” arasında benzerlikler bularak, birbirlerini etkiledikleri, birinin diğerini doğurduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu, büyüyü tümüyle dışlayan, sihri küfür ve şirk olarak tanımlayan İslâm için, düşünülmesi bile mümkün olmayan bir bühtandır.
Kur’an-ı Kerim’de Sihir Kavramı
“Sihir” kelimesi, türevleriyle birlikte Kur’ân-ı Kerim’de 60 yerde geçer; 2 âyette de “kâhin” kelimesi kullanılır. Kur’an, câhiliyye toplumu üyesi müşriklerin, hak olarak gönderildiklerini tebliğ ettiklerinde, bunları alışılmadık, duyulmadık şeyler olarak değerlendirerek, peygamberlere “büyülenmiş, kendisine sihir yapılmış, cinlenmiş, mecnun” gibi ifâdeler yakıştırdıklarını belirtir. Yine hakkın ifadesi olan vahye de “bu bir sihirdir/büyüdür” dediklerini ifade eder (10/Yûnus, 2). Kur’an, bu ithamları kesin bir dille reddeder. Peygamberin bir kâhin, mecnun veya sihre uğramış biri, ya da büyücü/sihirbaz olmadığını belirtir (52/Tûr, 29-30; 68/Kalem, 2; 81/Tekvîr, 22). Peygamberlerin mûcize göstermesine karşı kâfirler buna sihir demişlerdir (5/Mâide, 110; 6/En’âm, 7; 10/Yûnus, 77; 27/Neml, 13, 28/Kasas, 48; 37/Sâffât, 14-15) Bunların yanında sihrin peygamberlerle ve vahiyle zerre kadar ilgisi olmayan, şeytânî bir pislik ve küfür olduğu vurgulanır.
“Sihir” kelimesi, Kur’an’da “hile” (20/Tâhâ, 64, 69), “kandırmak ve aldatmak” (23/Mü’minûn, 89) anlamlarında kullanılır. Sihirbazlar/büyücüler fesatçı/bozguncu (müfsid) olarak değerlendirilir ve Allah’ın onların işini düzeltmeyeceği açıklanır (10/Yûnus, 81). Kur’an, sihirbazların, nereye gitseler başarılı olamayacağını belirtir (20/Tâhâ, 69; 10/Yûnus, 77). Allah, sihri tesirsiz bırakacak, iptal edecektir (10/Yûnus, 81). Kur’an, Hz. Mûsâ ile Firavunun sihirbazları arasındaki mücâdeleyi, değişik sûrelerde ve bazı ayrıntılarla birlikte açıklar (7/A’râf, 103-126; 10/Yûnus, 75-86; 20/Tâhâ, 56-72; 26/Şuarâ, 30-51). Bu mücâdelenin vurgulanması, her dönemde değişik biçimde ve farklı araçlarla Firavunların sihirbazlar/büyücüler (hakkı bâtıl ve bâtılı hak, akı kara ve karayı ak gösterenler, insanları çeşitli hilelerle kandıran ve oyalayanlar) ile vahyin ve Peygamberî dâvetin karşısına çıkacaklarını hatırlatır. Yine mü’minlere ders ve moral verilir; kim olurlarsa olsunlar, büyücülerin ortaya koyduklarını Allah boşa çıkarıp iptal edecek, her nerede olurlarsa olsunlar büyücüler başarısız olacaklar, her iki dünyada da felâha kavuşamayacaklar, kurtuluşa eremeyeceklerdir.
“Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek herkese ‘Biz imtihan için gönderildik, sakın (yanlış inanıp büyü yapmaya cevaz verip de) kâfir olmayasınız’ dedikten sonra ancak ilim öğretirlerdi. Onlar karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiçbir hususta zarar veremezler. Onlar (büyücüler) kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Onlar kesinlikle bilmişlerdir ki, kim onu (sihri) satın alırsa (ona para verirse), onun âhiretten nasîbi yoktur. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (2/Bakara, 102)
“Allah o zaman şöyle diyecek: ‘Ey Meryem oğlu İsa! (…) Hani İsrâiloğullarını (seni öldürmekten) engellemiştim; kendilerine apaçık deliller (mûcizeler) getirdiğin zaman, içlerinden inkâr edenler, ‘bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir’ demişlerdi.” (5/Mâide, 110)
“Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir Kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: ‘Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir’ derlerdi.” (6/En’âm, 7)
“Firavun kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz? Dediler ki: O’nu da kardeşini de beklet, şehirlere toplayıcı (memurlar) yolla. Bütün bilgili sihirbazları (toplayıp) sana getirsinler. Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘eğer üstün gelen biz olursak, bize kesin bir mükâfat var mı?’ dediler. (Firavun:) ‘Evet, hem de siz mutlaka yakınlarımdan olacaksınız’ dedi. (Sihirbazlar,) ‘Ey Mûsâ, sen mi (önce hünerini ortaya) atacaksın, yoksa önce atanlar bizler mi olalım?’ dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir (ortaya) getirdiler. Biz de Mûsâ’ya, ‘asanı at’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki; bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. (Firavun ve kavmi) orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler. Sihirbazlar ise secdeye kapandılar. ‘Mûsâ ve Hârun’un da Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık’ dediler. Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden O’na iman mı ettiniz? Bu hiç şüphesiz şehrin (Mısır) kıptî olan halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) bileceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım.’ Onlar, ‘Biz zaten Rabbimiz’e döneceğiz. Sen sadece, Rabbimiz’in âyetleri geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi müslüman olarak öldür’ dediler.” (7/A’râf, 109-126)
“Ve dediler ki: ‘Sen bizi büyülemek için her ne mûcize getirirsen, biz asla sana inanacak değiliz.” ‘7/A’râf, 132)
“Firavun dedi ki: ‘Bilgili bütün sihirbazları bana getirin! Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara: ‘Atacağınızı atın’ dedi. Onlar (iplerini) atınca, Mûsâ dedi ki: ‘Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu iptal edecek, boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah fesatçıların/bozguncuların işini düzeltmez. Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır.” (10/Yûnus, 79-82)
“İçlerinden bir adama: ‘İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele’ diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki, o kâfirler: ‘Bu elbette apaçık bir sihirbazdır’ dediler.” (10/Yûnus, 2)
“Katımızdan onlara hak (mûcize) gelince: ‘Bu elbette apaçık bir sihirdir’ dediler. Mûsâ: ‘Size hak geldiğinde onun için (hep böyle) mi dersiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki sihirbazlar iflâh olmazlar’ dedi.” ‘10/Yûnus, 76-77)
“…(Rasûlüm!) ‘ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz’ desen, kâfir olanlar derhal ‘bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir’ derler.” (11/Hûd, 7)
“Öncekilerin başına gelenlerden ders almaları gerekirken onlar hâlâ buna (Kur’an’a) inanmıyorlar. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı çıksalar, yine ‘gözlerimiz boyandı, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır’ derler.” (15/Hıcr, 13-15)
“Biz, onların seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralarında fısıldaşırlarken de o zâlimlerin, ‘Siz, sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!’ dediklerini çok iyi biliriz.” (17/İsrâ, 47)
“(Firavun’un sihirbazları) şöyle dediler: ‘Bu ikisi (Mûsâ ve Hârun), muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece. Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır. Dediler ki: ‘Ey Mûsâ! Ya sen at veya önce atan biz olalım.’ ‘Hayır, siz atın’ dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sâyesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor. Mûsâ, birden içinde bir korku duydu. ‘Korkma!’ dedik, ‘üstün gelecek olan, kesinlikle sensin.’ Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Sihirbaz/büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflâh olmaz. Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar; ‘Hârun’un ve Mûsâ’nın Rabbine iman ettik’ dediler.” (20/Tâhâ, 63-70)
“…(O müşrik) zâlimler (mü’minlere:) ‘Siz, ancak büyüye tutulmuş bir adama uymaktasınız!’ dediler.” (25/Furkan, 8)
“Dediler ki: ‘Sen, olsa olsa iyice sihirlenmiş birisin!” (26/Şuarâ, 153)
“(Firavun ve adamları Hz. Mûsâ’ya, azâbı görünce) Dediler ki: ‘Ey sihir ustası! Sana verdiği ahid uyarınca bizim için Rabbine duâ et; çünkü biz, doğru yola gireceğiz.” (43/Zuhruf, 49)
“İşte böylece, onlardan öncekilere herhangi bir peygamber geldiğinde hemen: ‘O, bir büyücüdür veya delidir’ dediler.” (51/Zâriyât, 52)
“O gün cehennem ateşine itilip atılırlar da, ‘işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur’ denilir. Bir sihir midir bu, yoksa görmüyor musunuz?” (52/Tûr, 13-15)
“(Ey Muhammed!) Sen öğüt ver, Rabbinin nimetiyle sen ne bir kâhinsin, ne de cinlenmiş bir deli.” (52/Tûr, 29)
“Onlar bir mûcize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: ‘eskiden beri devam edegelen bir büyüdür’ derler.” (54/Kamer, 2)
“(Rasûl’üm,) Sen -Rabbinin nimeti sâyesinde- mecnun (cinlenmiş veya deli) değilsin.” (68/Kalem, 2)
“De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere üfleyenlerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.” (113/Felak, 1-5)
Hadis-i Şeriflerde Sihir
“İçki bağımlısı, sihre inanan ve akrabalarıyla alâkasını (sıla-i rahmi) kesen cennete giremeyecektir.” (Hadisin bazı rivâyetlerinde “mü’minun bi-sihrin, -sihre inanan-”geçmesine karşılık, bazılarında “musaddıkun bi’s-sihr -sihri tasdik eden-” şeklinde geçmektedir.) (Ahmed bin Hanbel, 4/399; Ebû Ya’lâ, el-Müsned hds no: 3386; İbn Hibbân, Sahîh 7/366, 648; Hâkim, Müstedrek 4/146)
“(Şu) Helâk edici yedi şeyden sakının.” Dediler ki: ‘Bunlar nelerdir, ey Allah’ın Rasûlü? Buyurdular ki: “Allah’a şirk/ortak koşmak, sihir yapmak, Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek, yetim malı yemek, fâiz malı yemek, savaşta düşmandan kaçmak, kendini savunmaktan âciz nâmuslu kadınlara zinâ iftirâsında bulunmak.” (Buhârî, Vesâyâ 23, Tıb 48, Muhâribîn 31; Müslim, İman 38, 4; Ebû Dâvud, Vesâyâ 10, 1; Nesâî, Vesâyâ 11)
İki yahûdiden birisi, diğerine ‘beraberce gidip şu peygamber’e soru soralım’ dedi. Arkadaşı, ‘ona peygamber deme! Sonra senin ona peygamber dediğini duyarsa (sevincinden) dört gözlü olur’ dedi. Sonra Nebî (s.a.s.)’ye geldiler ve ona: “Mûsâ’ya apaçık dokuz âyet verdik” (17/İsrâ, 101) âyet-i kerimesini sordular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah’a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın, zinâ etmeyin, Allah’ın haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmeyin, hırsızlık yapmayın, sihir yapmayın, bir suçsuzu öldürmesi için devlet adamına götürmeyin, fâiz yemeyin, iffetli bir kadına zinâ suçu isnâd etmeyin, savaştan kaçmayın ve siz yahûdilere mahsus olmak üzere Cumartesi gününe tecâvüz etmeyin.” Bunun üzerine o iki yahûdi, Hz. Peygamber’in iki elini ve iki ayağını öptüler. ‘Senin peygamber olduğuna şehâdet ederiz’ dediler. Hz. Peygamber, “o halde müslüman olmaktan sizi engelleyen nedir?” buyurunca dediler ki: ‘Dâvud (a.s.), zürriyetinden bir peygamberin devamlı olarak bulunması için duâ etmiştir. Şâyet müslüman olursak, yahûdilerin bizi öldürmelerinden korkarız. (Tirmizî, İsti’zân 33, Tefsîr Benî İsrâil 18, 16; Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 18; İbn Mâce, Edeb 16/2)
“Dâvud Peygamber’in gecede bir saati vardı ki, bu saatte âilesini uyandırarak şöyle derdi: ‘Ey Dâvud âilesi, kalkın ve namaz kılın. Zira bu saat öyle bir saattir ki, sâhir (sihir ve büyüyle uğraşan) veya vergi toplayandan başkasının duâsına karşılık verilir.” (Ahmed bin Hanbel, 4/22, 218)
“(Belîğ olan) sözlerden bir kısmı, muhakkak sihirdir.” (Buhârî, Tıbb 51, Nikâh 47; Müslim, Cum’a 47)
“Baykuşlarda (uğursuzluk diye) bir şey yoktur. Yorum yapmanın en doğrusu, hayra yormadır. Göz değmesi de bir gerçektir.” (Tirmizî, Tıbb, hadis no: 2062; İbn Mâce, Tıbb, hadis no: 3506-3509; Ebû Dâvud, Tıb, c. 2, s. 336)
“Uğursuzluğa yorma yoktur. Dürüst yorum, güzel söz hoşuma gider.” (Buhârî, Tıbb 44; Müslim, Selâm 111, 112; Ebû Dâvud, Tıbb, c. 2, s. 343; Tirmizî, Siyer, hadis no: 1615; İbn Mâce, c. 2, s. 365-366)
“Fal açan ve kendisi için fal açtıran ve kehânette bulunan ve kendisi için kehânette bulunulan ile sihir yapan ve kendisi için sihir yaptıran kişi Bizden değildir.” (Bezzâr, Müsned; Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat)
Sihrin Tarihçesi
Büyü, Paleolitik devrede bile örnekleri bulunan çok eski bir uygulamadır. Eski Mezopotamya ve Mısır’dan kalma, tılsımlı sözler ve büyü formülleri ihtivâ eden çok sayıda metin, günümüze kadar gelmiştir. Onların törenlerinin çoğu büyü ile ilgiliydi. Milattan sonra I-IV. yüzyıllara ait Yunan ve Mısır papirüslerinde hayvanlar ve insanlarla ilgili büyü formülleri, büyü törenleri, büyünün tutması için gerekli görülen temizlenme usullerini içinde bulunduran büyü örnekleri çoktur. Mezopotamya bölgesinde râhipler aynı zamanda büyü ile ilgili törenleri yürütmekte idiler. Akkadlar, Bâbilliler ve Asurlular’da kötü cinlerden korunmak için muskalar kullanılmaktaydı. Özellikle Bâbilliler’de toplum hayatı büyü üzerine kurulmuştu. Sanat, ticaret, savaş, din, av vb. faâliyetler hep büyü ile iç içe idi. Eski Mısırlılar büyü yoluyla hayat ve ölümü etkileyebileceklerini, tabiat güçlerini denetimleri altına alabileceklerini sanıyorlardı (aktif büyü). Mısır tanrıları aldatılabilir, zorlanabilir, itaat altına alınabilirdi. Bu yüzden Mısırlılar büyüsel jestler ve tanrıları kendi isteklerine uydurabilecek âyinlerle, büyücülerin, ölülere iyi davranmayan tanrılara ceza verebileceğine inanıyorlardı.
a- Eski Yunan ve Romalılarda Büyü: Eski Yunan’da Hekata sırlı bir kişiliğe sahip olması yanında, büyü ilâhesi/tanrıçası olarak da benimsenmişti. Şehirlerde büyücüden geçilmezdi. Bütün eski Yunan filozofları büyüye, büyünün etkisine inandılar; hatta içlerinde Porphyrius gibi kendini büyüye adayanlar da oldu. Büyücüler Pisagor’un rakamlarından faydalanarak sayıları büyülü daireler içinde kullandılar. Pisagorcular büyü nazariyeleri yanında büyü uygulaması da yaptılar.
Romalılar büyüyü boş ve anlamsız, büyücüleri hilekâr ve yalancı saymakla beraber onlarda da büyücülük geniş çapta yer almıştı. Mısırlılarla Kaldelilerin büyülerinden etkilenmiş olan eski Roma, büyücülerin merkezi haline gelmişti. İmparatorlar sık sık bunlara başvuruyorlardı. (3)
b- Bâbillilerde Büyü: Sihir ve sihirbazların tarihi, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerinden birini kuran Keldânîler zamanına kadar uzanır. Bâbil diyarında yani bugünkü Irak’ta yaşayan Keldânîler, astronomi ve astrolojide çok ileri gitmişlerdi. Kur’ân-ı Kerim’de Sâbiîler (2/Bakara, 62; 5/Mâide, 69; 22/Hacc, 17) adıyla anılan Keldânîler, bütün olayların yıldızlar âleminin etkisi sonucu meydana geldiğini iddia ediyorlardı. Onlara göre hayır ve şer, fayda ve zarar, saâdet ve bedbahtlık semâvî cisimlerden kaynaklanmaktaydı. Bu yüzden Keldânîler yıldızlardan her biri adına putlar yapıyor, heykeller dikiyorlardı. Bu putlara, heykellere, tütsülere, çeşitli nefes ve efsunlarla yaklaşmaya çalışıyorlardı. Hayır ve salâh için Müşteri yıldızına (Jüpiter gezegeni), başkalarıyla savaşmak ya da herhangi bir yolla zarara uğratmak istediklerinde Zuhal yıldızına (Satürn gezegeni), semâvî âfetler ve salgın hastalıklardan korunmak için de Merih’e tâzimde bulunurlardı.
Keldânîlerin medeniyet merkezleri olan Bâbil şehrinin gayet mâmur ve güzel binalarla süslü olduğuna dair tarihî bilgiler, bu kavmin mimarî ve diğer sanayi dallarında çok ileri gittiğine işaret etmektedir. Bu sihirbazlar ülkesinde Güneşten kinâye olan “Ba’l” tanrısına mahsus Bâbil Kulesi’yle, Bâbil’in mâmur oluşuna dair birçok efsânevî rivâyet vardır. Bu dönemde halkın câhil tabakası, sihirbazların sûret ve tabiatları değiştirdiklerine, sözgelimi bir sihirbazın bir kimseyi eşek ya da köpek şekline döndürebildiğine, sonra dilediği zaman tekrar insan şekline iâde ettiğine inanmaktaydılar. Bunlara göre, bir büyücü bir yumurtaya, bir süpürgeye ya da küçük bir küpe binerek havalanabilir, uçmak sûretiyle Irak’tan Hindistan’a veya dilediği herhangi bir yere gidebilir, sonra aynı günde geri dönüp gelebilirdi.
Câhil halk tabakası bu ve buna benzer gariplikleri, kâhinlerin yıldızlara yakınlığının bir sonucu zannederlerdi. Sihirbazlar da avam tabakasının bu kanaatinden çeşitli hilelerle, yaldızlı hokkabazlıklarla faydalanırlardı. Hatta, devlet başkanları ve adamları bile bunların mel’anetinden kurtulamazlardı. Görülüyor ki Bâbil halkı gök cisimlerinin ilâhlığına inanan kimseler olup yıldızların ve bütün kâinatın yaratıcısı bir İlâhın varlığını kabul etmiyorlardı. Bunların bu sakat inançlarını iptal ve ıslah etmek için Hz. İbrâhim, peygamber olarak gönderilmişti. O devirlerde Bâbil, Irak, Şam, Mısır ve Anadolu halkı bu inançtaydılar. Dahhâk ve Feridun devrine kadar böylece devam etmişti. Bâbil, Feridun’dan itibaren Keştâsip devrine kadar İranlıların hâkimiyetinde kaldı. Feridun ve onu tâkip eden dönemlerde İranlılar muvahhid idiler; Allah’ın birliğini kabul ediyorlardı. İran’ın yaşadığı bu tevhid devrinde, Bâbil sihirbazlarına karşı büyük bir mücâdele açıldı. Ele geçirilen kâhinler tamamen kılıçtan geçirildi.
c- Eski Mısır’da Sihir: Sihir ve sihirbazlar tarihinin ikinci bir bölümünü de Mısır’da Firavun’un sihirbazlarıyla Hz. Mûsâ arasında geçen olaylar meydana getirmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de haber verildiği gibi (7/A’râf, 116; 20/Tâhâ, 66) Mısır sihirbazları da halka karşı esrârengiz bir şekilde göz bağcılık yaparlar, hayâlî şeyleri gerçekmiş gibi gösterirlerdi. Bunların da şarlatanlıklarını meydana çıkarmak ve halkı bunların kandırmasından kurtarıp doğru yola sevketmek için Cenâb-ı Hak, Hz. Mûsâ’yı, “asâ” ve “yed-i beyzâ” gibi mûcizelerle göndermişti. Hz. Mûsâ tarafından bunların bütün hile ve desîseleri ortaya konulmuştu. Kur’an’ın haber verdiğine göre, Firavun’un sihirbazları, Hz. Mûsâ’nın asâ mûcizesini hükümsüz bırakarak iptal etmek için, içleri cıva dolu iplerini ve sopalarını ortaya attıklarında, Hz. Mûsâ’nın büyük bir ejder haline gelen asâsı, güneşin harâretiyle ortada dönen içi cıva dolu ipleri, sopaları yiyip yutmuştu. Bu yüce hakikati gözleriyle gören sihirbazlar hemen secdeye kapanarak iman etmişlerdi (7/A’râf, 12-122). Firavunlar dönemi geçip tevhidin şirke gâlip olmasından sonra Mısır sihirbazları da ortadan kalkmışlardı. Bunun yanında, el altından câhilleri kandırmaya çalışan sihirbazlar gibi, kılıçtan kurtulan bazı Firavun dönemi sihirbazlarının da faâliyetlerini gizlice sürdürdükleri ifade edilir.
d- Hz. Süleyman Döneminde Sihir: Kur’ân-ı Kerim’de de işaret edildiği üzere, Hz. Süleyman devrindeki sihirbazlar arasında şeytan kadar dessâs birtakım sanatçılar da vardı (38/Sâd, 37). Bunlardan bir kısmı, her türlü bina kalfaları, ustaları, mimarlardı. Bir kısmı da deniz dalgıçlarıydı. Bunlar denizlerin dibindeki hazineleri çıkarırlardı. Ayrıca, birtakım sosyal sınıflara mensup sihirbazlar da vardı. Bu sihirbazlar bir ara çok azıtarak çıkardıkları bir ihtilâl yoluyla, Hz. Süleyman’ın tahtını elinden almaya kalkışmışlardı (38/Sâd, 34). Bu sırada dinsizlik alıp yürümüştü. Vahiy kaynağından uzak olan bu şeytanlar, meydana gelen ve gelecek olan birtakım olaylar hakkında kulak hırsızlığıyla bazı bilgiler edinirler ve bunların arasına yüzlerce yalan karıştırarak gizli gizli yayarlardı. Buna âlet etmek için de kâhinleri seçerek, onlara telkinlerde bulunurlardı. Bazı haberleri doğru çıktıkça kâhinler bunlara güvenir, bunun yanında da binlerce asılsız şey yayarlardı. Sonunda kâhinler bunları yazdılar. Cin celbi, gönülleri etkileme hakkında çeşitli sihir ve efsun kitapları meydana getirdiler. Bu arada geçmiş ve gelecek şeyler hakkında haberlere benzer efsâneler, masallar, yalanlar-dolanlar neşrettiler. Olayları ve birtakım gerçekleri tahrif ederek insanları kandırıp yanlış yollara sevkedecek hurâfeler ortaya attılar. Bunların arasına ilmî ve hikemî şeyler karıştırarak kötü maksatlarla kullandılar. Böylece “cinler gaybı biliyor” diye yayıldı. Bu şeytanların yalan-dolan ve iftiraları yüzünden fitne çıktı, Hz. Süleyman’ın mülkü bir müddet elinden gitti. Ancak Allah’ın yardımıyla Hz. Süleyman bunlara gâlip gelerek hepsini emri altına aldı. (4)
Saîd bin Cübeyr’in nakline göre Hz. Süleyman, sihre dair şeytanların elinde ne varsa hepsini toplattırarak bunları hazine odasındaki tahtının altına gömdürdü. Şeytanlar bu sihirlerin gömülü bulunduğu yere yaklaşma imkânı bulamayınca, insanlara, “Siz, Süleyman’ın cinlere, rüzgârlara ve diğer varlıklara kendisiyle hükmettiği ilmi istemez misiniz?” dediler. Onlar da “tabii arzu ederiz” dediler. Bunun üzerine insanlara onun gömülü olduğu yeri tarif ettiler. İnsanlar da burayı kazarak sihir kitaplarını buldular ve kullandılar. İbn İshak’ın nakline göre ise, şeytanlar Hz. Süleyman’ın vefatını anlayınca, sihrin bütün çeşitlerini kaleme aldılar ve “kim şu şu arzularına kavuşmak isterse, şöyle şöyle yapsın” diye ilan ettiler. Her türlü sihir ve buna ait formüller tespit edildikten sonra bunları bir kitap haline getirdiler. Sonra bunu, kaşı Süleyman (a.s.)’ın yüzüğüne benzer bir yüzükle mühürlediler. Üzerine de sahte olan şu ünvanı koydular: “Bu kitap, Dâvudoğlu Süleyman’ın ilim hazinelerine dair Âsaf bin Berhiyâ’nın yazdığı şeyleri ihtivâ eder.” Sonra bunu Hz. Süleyman’ın tahtının altına gömdüler. Daha sonra İsrâiloğullarından hayatta kalanlar bu kitabı buldular ve kitapta yazılı olan şeyleri öğrenince, “Hz. Süleyman, yaptıklarını ancak bu sâyede yapmış” dediler. Sihri insanlar arasında yaydılar. Büyü, başka hiçbir millet arasında yayılmadığı kadar yahûdiler arasında yayıldı.
Sonuç olarak, Mısır’dan beri İsrâiloğulları arasında sihir ve hokkabazlık meçhul değildi. Fakat bu sefer başka bir renk almıştı. Bir taraftan Hz. Süleyman’ın devleti aleyhinde siyasî ve sosyal entrikalar takip edilmiş, diğer taraftan onun dünyayı teshir eden ilmi diye, onun adına bazı iftiralar ortaya atılmak istenilmişti. Bunun için İsrâiloğulları ona bir peygamber olarak değil; sihirbaz bir hükümdar nazarıyla bakmaktaydı. Yahûdiler, devletlerini kaybettikten sonra, milletler arasında gizli yollarla bu çeşit neşriyatı yaymaktan ve hüner şeklinde hokkabazlık yapmaktan geri kalmadılar (Elmalılı, Eser Y. c. 1, s. 440; Tecrîd-i Sarih Terc. 8/230-231).
e- Hz. Peygamber Döneminde Büyü: Hz. Peygamber gelince Tevrat’tan bahsetti. O zaman yahûdiler dönüp Hz. Peygamber’le mücâdeleye başladılar. Sonunda, “nübüvvet yoluyla mücâdele edemeyeceğiz, ne yapsak Cibrîl O’na haber veriyor” dediler. Bu yüzden Cebrâil’e (a.s.) düşman oldular (2/Bakara, 98). Tevrat’ı da arkalarına atarak sihir ve iftira yoluna saptılar. Halbuki Tevrat, sihri yasaklamış, sihirbaz kadın ve erkeklerin öldürülmesini emretmişti (Bkz. Tevrat, Çıkış 22/18; Levililer, 20/27).
Bu dönemde yahûdiler, “Süleyman, Muhammed’in (s.a.s.) dediği gibi bir peygamber değildi. Sihirbaz bir hükümdardı. Büyülerini mûcize gibi gösterirdi” diye iftiralar ortaya attılar. Sihir küfür olduğu için, yahûdilerin bu sözlerine göre, Hz. Süleyman’ın da hâşâ kâfir olması gerekiyordu. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim’de Allah Teâlâ, Hz. Süleyman’ın değil; şeytan sihirbazların küfrettiğini bildirdi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman kâfir olmadı (Büyü yapmadı ve ona inanmadı). Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri (büyü ilmini) ve Bâbil’de Hârût ve Mârût’a indirileni öğretiyorlardı…” (2/Bakara, 102)
Bununla da yetinmeyen yahûdiler, Hz. Peygamber’e sihir yapmaya kalkıştılar. Kaynaklarımızda yer alan bazı hadis rivâyetleri, yahûdi Lebîd bin el-A’sam’ın Hz. Peygamber’e zarar vermek maksadıyla sihir yaptığını belirtir (Buhârî, Tıb 49, Edeb 56, B. Halk 11; Müslim, Selâm 43; İbn Mâce Tıb 45, hadis no: 3545; Ahmed bin Hanbel, Müsned 6/57, 63, 96). (5)
f- Eski Türklerde Büyü: Çeşitli Türk kavimlerinde büyü, kehânet, falcılık, cincilik vardı. Şaman, Türklerde “kam” kelimesiyle ifade edilirdi. Kam; ruhlar, tanrılar ve cinlerle ilişki kurabildiğine inanılan kimse idi. O afsun (arvaş) ve büyü yapar, afsunlu sözler söyler, kâhinlik (ırk) yoluyla insanın içinden geçenleri bilir, gâipten haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedâvi ederdi; anlaşılmayan afsunlu sözler söyler, üfürür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen varlıklarla ilişkiye girerdi. Kam ve üfürükçüye (afsuncu, arbağçı) “ürüng” denilen bir ücret verilirdi. Eski Türklerde çocuklar, cinlere ve göz değmesine karşı ilaçla afsunlanırdı. Yine göz değmesine karşı bağ, bostan ve bahçelerde korkuluk (abakı) ve nazarlık (kösgük) dikilirdi. Cin çarpan kimsenin yüzüne soğuk su serpilir, sonra “kovuç kovuç” (kaç kaç) denilerek üzerlik ve öd ağacıyla tütsülenirdi. “Kovuz” (Oğuzlar’da “kovuç”), cin çarpmasına karşı afsun, üfürük olarak söylenirdi. “Yel” cin, “yelvi” büyü, “yelviçin” büyücü anlamında kullanılırdı. Orta Asya Türk lehçelerinde “arbağ” da büyü anlamına gelirdi. Yılanı ininden çıkarmak, yahut zehrini gidermek için yılan afsunu okunurdu. Dudaklardaki uçuk kötü bir ruhtan bilinir, özel bir törenle afsunlanarak tedâvi edilir, buna “uçuklama”, tedâvi edene de “uçukçu” denirdi. Havayı etkileyerek yağmur, kar ve dolu yağdırmakta kullanılan afsunlanmış taşa “yada”, “cada” ve “yat” gibi isimler verilmiştir. Kaşgarlı Mahmud “yat”ı taşlarla yağmur ve rüzgâr getirmek için yapılan büyücülük şeklinde târif eder (Dîvânü Lugati’t-Türk Tercümesi, I/159).
Eski Türkler atın boynuna nazarlık olarak “moncuk” denilen bir taş ve bir çeşit muska takarlardı. Başkırtlar hastalığı tedâvi etmek veya korkuyu yatıştırmak için kurşun eriterek hastanın başında bulunan kap içindeki suya döker ve bu sudan hastaya içirirlerdi. Kurşun döken kadın, kurşunun suda aldığı şekle bakarak hastalığın sebebini söylerdi; sudan alınan kurşun hastanın elbisesinin göğsüne muska olarak dikilirdi. İslâm’dan önceki Türk boylarında her türlü belâ ve âfetlere karşı koruyucu etkisine inanılan muska-tılsım âdeti yaygındı. 8-14. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, aralarında Budist ve Maniheist Türklerin de yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda tılsım-muskalar (üzerinde afsun formülleri yazılı levhalar, tahta materyal) bulunmuştur. Budist Uygurların dinî kitaplarında da tılsım şekillerine rastlanmıştır. Budist Türklerin dinî eserlerinde “tılsım-muska” anlamına gelen “vu” kelimesi Çincedir. Bu kelimeyi onlara Çinli Budist râhipler öğretmişlerdir. Türkler müslüman olduktan sonra “vu” yerine “bitig” (yazı) kelimesini kullanmışlardır.
10. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halinde müslümanlığı kabul etmelerinden sonra da İslâm’ın şiddetle yasaklamasına rağmen büyü-sihir, İslâm’dan önceki devreden kalan âdetlerle, ayrıca eski İran, Mezopotamya, Mısır ve nihayet Anadolu kültürlerindeki katkılarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Türklerin müslüman olmaları sırasında bu geniş âlemin kamları, budist ve maniheist râhipleri yeni dinin yayılmasını önleyemeyince eski geleneklerini yaşatmak ve meslekî çıkarlarını korumak için kendi hurâfelerini başka milletlerden öğrendikleri âdet ve inançlarla birleştirip bunlara biraz da dinî bir görüntü vererek cincilik, üfürükçülük, muskacılık ve afsunculuğa yeni bir şekil kazandırmışlardır. Böylece eski kam ve râhip geleneğini yürütenlerin artık “muazzim”, “muskacı” ve “hoca” adını aldıkları, eski afsun geleneğine dinî-İslâmî bir veche vermek niyetiyle Kâbe, levh-i mahfûz, arş, kürsî, zemzem vb. terimleri, Kur’an’dan bazı âyet ve sûreleri büyü unsuru veya malzemesi olarak kullandıkları görülmektedir. Doğu Türkistan azâimcileri (muskacı ve cincileri), mesleklerinin Hz. Fâtıma’ya dayandığını ispat etmek için Risâle-i Perîhân adıyla kitap yazmışlardır.
Aslında Mezopotamya, İran ve Mısır büyü geleneklerinin karışımı olan bu telâkkî, Anadolu’da eski putperest dinlerin ve hıristiyanlığın da dâhil olduğu kültür etkileriyle daha çok çeşitlendi. Bütün bu gelişmelerin ortaya çıkardığı kitap ve risâlelerde düşmanı öldürmek, malını mülkünü yok etmek, servet ele geçirmek, birinin gönlünü çalmak, sevdirmek, soğutmak, ayırmak, ara bozmak, sidikliği, cinsî gücü, dili, uykuyu bağlamak, sevilmeyen kimsenin başına cinleri musallat etmek, ağır hastalıklara düşürmek gibi kara büyü; ak büyüden temas ve taklit büyülerine, nazar ve doğal âfetlerden korunmak için yapılanlardan muska, tılsım, afsunlara kadar çok çeşitli uygulamalar bulmaktaydı. Eski Mısır geleneğinden kalma afsunlara itimat telkin etmek için Kur’an’dan âyetler, esmâ-i hüsnâ, çeşitli duâlar vb. dinî metinler de karıştırılmıştı. Eski Mısır tılsımlı sözleri, eski Yunan Pisagor rakamları yahûdilerin “kabala” denilen mistik rakamsal sistemleri yahûdi geleneğinden aktarılarak ve yer yer İslâm maskesi takılarak müslümanların dünyasına (maalesef) girmiştir.
Şimdiki Türklerde: Hâlen Türkiye’nin çeşitli yörelerinde değişik uygulamalar içinde büyü geleneği varlığını sürdürmektedir. Hunlar’dan günümüz Türk toplumlarına kadar uzun bir gelişme çizgisi takip eden büyü, bugün Türkiye’de genellikle kötü niyetle yapılmaktadır. Karı koca veya başka kişilerin arasını açmak, insanın bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsî gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına, canına, hayvanına zarar vermek, kız kaçırmak, kız veya erkeklerin bahtını bağlamak, kadının gönlünü çalmak gibi kötü niyetli kara büyü Taklit ve temas büyüsü örnekleri de vardır. İçinde tılsımlı yazılar, şekiller, âyetler, duâlar bulunan muskalar, düşmanlık, cin, hasım ve benzerinden korunmak için muskacılara yazdırılır. Karı-koca, baba-oğul, gelin-kaynana, iki kardeş vb. arasını açmak için yazdırılan muskaların birçok çeşidi vardır. Büyü türlerine ve çeşitli yörelere göre değişen büyü maddelerinden en çok kullanılanları, başta muska olmak üzere saç, elbise parçası, tırnak, sabun, iğne, resim, ip, tesbih, çakı, kilit, düğme, at nalı, kazık, demirci örsü, kurşun, demir, bakır vb. maden parçası, toprak, yumurta, koyun işkembesi, horoz kanı, sıpa dili, bal mumudur. Bu tür büyülenmiş nesnelerin saklanıldığı veya konulduğu yerler arasında boyun, koltuk altı, cep, yatak veya yastık altı, kapı eşiği, ocak arkası, merdiven dibi, kör kuyu, mezar gibi yerler sayılabilir. (6)
Büyünün Çeşitleri
Amacı ve Hedefleri Açısından Büyü Çeşitleri:
1- Kara Büyü: Birine kötülük yapmak, zarar vermek gâyesiyle yapılan büyülere kara büyü denir. Kişileri birbirinden ayırmak, evlilerin boşanmasını sağlamak, cinsî kudreti önlemek (arada soğukluk sağlamak, erkekliği bağlamak), hasta etmek, sakat bırakmak, hatta öldürmek gibi kötü istekler kara büyünün gâyeleri içindedir. Bütün bu istekler, dinî ilkelere aykırı olduğu halde kara büyü yapanlar, bile bile bazı kutsal değerleri, nesneleri, metinleri araç olarak kullanırlar. Uygulama tekniği, genellikle taklit ve temas yoluyladır.
2- Aktif Büyü: Bu büyüyü yapan, tabiat olaylarını yönetim ve denetimi altına alarak güçlü irâdesiyle onları dilediği gibi kullanabildiğini iddiâ eder. Kendisinin parapsikolojik bir hayatı olduğunu telkin eder; özel bazı sözleri, tekerlemeleri, duâ veya bedduâları ile büyüyü hazırlamak için elverişli bir durum meydana getirmek ister. Meselâ Güney Afrika’da yaşayan Zulu kabilesi mensupları, kızgın kömür üzerine su dökülmesiyle yapılan büyünün fırtınayı önlediğine inanırlar. Kötü ve zararlı olayları önlemek, uğursuzluktan korunmak, insanların zararlarından kaçınmak için bu büyüye başvurulur. (Tabii ki, İslâm’a göre iyi niyetle de olsa büyünün hiçbir çeşidine meşrû, helâl veya mubah olarak bakılamaz.)
3- Pasif Büyü: Genellikle savunma ve korunma için yapılır. bıçak, makas, mavi boncuk ve çeşitli nazarlık eşyalar bulundurularak kötülüklerden korunulduğu zannedilir. (Câhil müslümanlarda da görülen bu tür nazarlık ve şans getirdiğine inanılan uğurlukların şirk olduğu unutulmamalıdır)
4- Temas Büyüsü: En çok yapılan büyü şekillerindendir. Frazer, birbiriyle ilişkisi bulunan şeylerin fizikî temas olmasa bile birbirlerini etkileyeceklerini belirtir. Ona göre büyü ile ilgili gücün temasla, yakınlıkla bir başkasına geçtiğine inanılmıştır. Temas büyüsünde temas esas olduğundan parça-bütün ilişkisi inancıyla bir kimsenin saçından alınan bir kıl, elbisesinden koparılan bir bez parçası, bir tırnak ucu, kopartılan bir iplik parçası gibi şeylerle bu büyü yapılır. Temas büyüsünün genellikle kişinin iyiliği için yapıldığı değerlendirilse de, bazen bir kötülüğü uzaklaştırmak veya zarar vermek için de buna başvurulabilmektedir.
5- Taklit Büyüsü: Pek çok yerde uygulanmaktadır. Bir şeyin taklidini yapmakla o şeyin esasını etkileme, taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayanır. Bu büyünün temeli, Frazer’in benzerin benzeri meydana getirdiği şeklindeki ilkesine dayanır. Aynı zamanda analoji büyüsü, homeopatik büyü de denilen bu büyüye hem iyi hem de kötü gâyeler için başvurulur. Bu büyü şeklinde çocuk isteyenlerin bezden bebek, ev isteyenlerin de ufak taşlarla bir ev yapmaları, benzerin benzer şeyler meydana getirebileceği inancından kaynaklanır. Yağmur yağdırmak için bir genç kızın yeşil dallarla donatılıp başından su dökülmesi de (Balkanlar’da) bir taklit büyüsüdür. Bu büyü çeşidinde duâlar ve okumalar ikinci planda kalır. Gerek taklit, gerekse temas büyüsü, birbirlerinden uzak şeylerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkilediklerini, bir çeşit gizli ve görünmez vâsıta ile uyarmanın birinden ötekine geçebildiğini ifade etmek üzere “sempatik büyü” şeklinde de adlandırılır. (7)
Sihrin Türleri (Hangi Yollarla Sihir Ortaya Konulur?)
Sihirle ilgili hemen tüm yazarların ve müfessirlerin sihrin nevîleri konusunda referans gösterdiği Fahreddin Râzî, sihrin hangi yollarla yapıldığını açıklayarak sihrin sekiz çeşit olduğunu belirtir:
1- Semâvî kuvvetlerle yere ait güçleri birbirine karıştırarak yapıldığı söylenilen ve tılsım adı verilen şeylerdir ki, bunlara Keldânî (Bâbil) sihri denilmektedir. Keldânîler, gök cisimlerine büyük kuvvetler atfederek bazı rakamların özelliklerinden ve tılsımlardan yararlanmak için onlara taparlardı. Bunlar, büyücülüğün ve kâhinliğin sırrını bilmekle ün yapmışlardı. Bu kavim Sâbiîler adıyla bilinmekte olup Hz. İbrâhim bunların yanlış inançlarını iptal için gönderilmişti. Bu sihirde, tabîiyat ile rûhiyatın eski zamanlarda keşfedilmiş, birbirine karışmış bazı garip özelliklerinin tatbik edildiği sanılmaktadır. Hz. Peygamber, yıldızlarla ilgili bilgilerin sihir yapmada kullanılmasını kesin biçimde yasaklamıştır (Ebû Dâvud, Tıb 22; hadis no: 3905; İbn Mâce, Edeb 28, hds no: 3726; Ahmed bin Hanbel, I/227, 311).
2- Evham ve güçlü ruh sahiplerinin büyüsü. Bunlar, insan ruhunun arınıp temizlenmesiyle bazı güçler kazanacağına, kendi vücudunda olduğu gibi, başka bedenler üzerinde de etki yapabileceğine inanırlar. Bunun için sırf başka varlıkları buyruk altına almak maksadıyla uzlete çekilir, çeşitli riyâzetler yaparlar. Beden terbiyesinde olduğu gibi ruh terbiyesinde de birçok faydalı hususlar olduğu açıktır. Bu, bir derecede ilâhî bir ihsan olabilirse de, bunu sanat kazanma yoluyla elde edilebilir sanmak bir evhamdır. manyetizma, hipnotizma, Hindistan’daki fakirizm bu gruba dâhildir. Sihrin en aldatıcı ve tehlikeli kısmı da budur.Havas alimlerinin seyrleri ve hacetlerinde kullandıkları uzletlere benzerlik arz eder ama maksad ve gayeleri tamamen farklıdır.
3- Yere ait ruhlardan, yani cinlerden yararlanılarak yapılan sihirdir. Azâim veya cincilik denilen şey budur. Yere ait ruhlarla ilişki kurmak, Filozoflar cinleri inkâr etmemiş, fakat yer ruhları “ervâh-ı arziyye” adıyla anmışlardır. Bugünkü ispiritizmacıları (ruh çağırma seansları düzenleyen kimseleri) cincilerden sayabiliriz. Sihrin en meşhur bölümü, kaydedilen bu üç grupta toplanmaktadır.
4- Hayâli hakikat göstermek, el çabukluğu, göz bağlamak şeklinde yapılan sihirlerdir (İllusion). Bunlara sihirden çok hokkabazlık, şa’beze adı verilmektedir. Bunların aslı, duyu organlarının aldatılmasıdır. Bu, tıpkı vapurda giden kimsenin sâhili hareket ediyor gibi görmesidir. Buna Arapça “âhız bi’l-uyûn”, yani göz bağcılığı denilir. Göz bağcılığın, daha gizli olan ruhsal birtakım etkilerle ilgisinin bulunması da mümkündür.
5- Bazı âletlerden yararlanılarak birtakım acâyip şeyler göstermek sûretiyle yapılan sihirdir. Firavun’un sihirbazlarının bu tür büyücüler olduğu sanılmaktadır. Rivâyet edildiğine göre bunlar, özel sûrette yaptırdıkları değneklerin ve iplerin içine cıva doldurmuşlar, hünerlerini gösterecekleri alanı da daha önce alttan ateş yakarak ısıtmışlardı. Bu ipleri ve değnekleri halkın gözünde toprağın üzerine atınca, alttan ateşin, üstten güneşin tesiriyle cıva genleşmiş, bundan dolayı ipler ve değnekler kımıldamaya başlamıştı. Halk da bunları hareket ediyor sanmıştı. Böylece Firavun’un sihirbazları bâtılı gerçekmiş gibi göstermeye kalkışmışlardı. Zamanımızda teknik ve fennin gelişmesi sebebiyle bunlara birçok örnek verilebilir. Günümüzde sihirbazlar, teknolojiden yararlanarak gösterilerinde daha çok özel âletler kullanırlar.
6- Bazı ilâçlar, ya da bazı cisimlerden yararlanılarak yapılan sihirlerdir. Büyü yapılacak kimseye esrar, morfin gibi şeyler içirmek sûretiyle aklı çelinir. Hasan Sabbah’ın, kendisine bağladığı özel cemaatini (haşhâşîleri) uyuşturucular kullandırmak sûretiyle etkilediği tarihî örneklerden biridir. Dışkılar, kadavra parçaları, kan ve cinsiyetle ilgili her çeşit nesne sihirbazın kullandığı şeylerdendir. Bunların bir özelliği de dinen pis sayılan şeyler olmalarıdır. Meselâ necis olan pisliği, büyücü ilaç olarak kullanır. Ayrıca, büyülenecek kişinin vücudundan alınacak herhangi bir şey, saç teli, tırnak vs. de sihir yapımında kullanılır.
7- Dinleyicileri yaldızlı sözlerle kandırarak, onların gönüllerini çelmek sûretiyle yapılan sihirdir. Bu çeşit büyüde sihirbaz şarlatanlık yapar, çeşitli şekillerde kendini metheder, karşısındakini kendine celbeder, muhâtabının hislerine etki ederek yapacağını yapar. “İsm-i Âzam bilirim” der, “cin çağırırım” der, duruma göre hünerden, sanatından, kudretinden, kerâmetten, nüfuzdan, ticaret ve menfaatten bahseder; sonunda karşısındakini dolandırır. Kalp çelmenin etkisi çeşitli ve büyüktür. En âdîsinden en mahâretlisine
8- Söz taşıyarak, kovuculuk (nemmamlık ve gammazlık) yaparak insanları birbirine düşürmek, böylece kendi hesabına çıkar sağlamak da büyü kapsamındadır. Bunlar, yalan haberler, iftiralar, dolaylı ve vasıtasız tahrikler, telkinlerdir ki, sihrin halk arasında en yaygın olan kısmıdır. (8)
Büyü yapmak isteyen sihirbazların, Allah’ın yasakladığı birtakım fiilleri işleyerek şeytan ya da cinlere yaklaşmak istedikleri nakledilegelen hususlardandır. Tarih boyunca bu tür kimseler yıldızlara taparak, Allah’a şirk koşarak, şeytanı övüp ona tapınarak şeytanın yardımını temin etmeye çalışmışlardır. Şeytanın da pislikte, şerde, fenalıkta kendisine en uygun olan kimseleri dost edindiği muhakkaktır. Ancak şeytanın, tevhid ehli mü’min kullara karşı, bu tür müşrik ve müflis insanlara yardımı ne kadar tesirlidir? Bunlar, Allah’ın iyi kullarına zarar vermeye muktedir olabilirler mi? Hemen kısaca cevap verelim ki, şeytan ve yandaşları Allah ve Rasûlü’nün yolundan gidenlere, Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı sarılanlara hiçbir şekilde zarar veremezler. Bu husus, Kurân-ı Kerim’de haber verilmiştir (14/İbrâhim, 22; 15/Hıcr, 42; 16/Nahl, 99; 17/İsrâ, 65).
Buraya kadar kaydedilen hususlardan sihrin başlıca iki kısma ayrıldığını görmekteyiz. Birinci kısım, sırf yalan-dolan ve kandırmacadan ibaret olan söz ve fiillerle ortaya atılan büyü çeşididir. İkinci kısım da az çok var olan bir gerçeği sûiistimal ederek yapılan sihirlerdir. Cinlerle ilgili olarak, yukarıdaki sekiz maddelik sihir çeşitlerinden üçüncü sırada yer alan bölüm, önemlidir. Diğer gruplarda yer alan sihir çeşitlerinin günümüzde artık astronomi, astrofizik, kimya, fizik, biyoloji, tıp, eczacılık vs. gibi müspet bilimlerle, edebiyat, psikoloji, parapsikoloji, hitabet ve sosyoloji bilimlerinin meşguliyet alanına girdiği de bir gerçektir. Bilim ve fennin, düşüncenin gelişmesiyle artık günümüzde insanlar, geçmişte sihir olarak adlandırılan, halkın kandırılmasına vesile kılınan birçok olayın sebebini bilmekte, bunların açıklamasını yapabilmektedirler. Haberleşme araç ve gereçlerinin son derece yaygınlaştığı günümüzde artık insanlar, duydukları her şeye körü körüne inanmamakta, bunların aslını ve gerçeğini araştırmaktadırlar.
Bununla birlikte sihir ve büyünün etkisinin olduğu da bir gerçektir. modern sihirbazlar ve büyücüler tarafından uygulanan, toplumlara yöneltilen sihrin ne kadar etkileyici ve tahrip edici olduğu, âileleri yıkmada, karı ile kocanın arasını ayırmada ne kadar güçlü rol oynadığı ortadadır. Bunların şerrinden, zararından emin olabilmek için de her şeyin yaratıcısı Yüce Allah’a sıkı sıkıya bağlanmak, O’nun emir ve yasaklarına kulak vermek, gönderdiği Kitab’ına ve Peygamberinin tavsiyelerine uymak, fitne saçan ortamlardan sakınmak, insan ve cin şeytanlarının kulaklarımıza fısıldadığı telkinlere kapılmamak gerektiği açıktır. Bu tür şerlerden Allaha c.c sığınmayla ilgili Kur’ân-ı Kerim’de bir sûre yer almaktadır: “De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.” (113/Felak, 1-5)
İslâm’a rağmen müslümanların içinde icrâ-yı faâliyet gösteren büyücü ve sihirbazların, kaynağı Bâbil, Âsur, Eski Mısır, yahûdilik vs. gibi İslâm öncesi küfür ve şirk dönemlerine ulaşan efsun, tılsım ve büyüleri, müslümanların câhil halk tabakası arasına yaydıkları bilinmektedir. Bunda da en çok şamanlar, budist râhipler, maniheist din adamları, yahûdiler rol oynamış, karşı gelemeyince, ellerinde mevcut birtakım tılsım, efsun vs. büyü cinsinden hurâfeleri İslâm’a sokmaya çalışarak, bu yüce dini tahrif etme, Kur’an’ı topluma, anlaşılmaz bir sihir kitabı olarak algılatma yoluna gitmişlerdir.
Buraya kadar gördüklerimizden anlaşıldı ki İslam da büyü ve sihrin her çeşidi haramdır ve bunlardan doğacak zararlardan da Allah’a c.c sığınılması istenmektedir. Bizde konumuzu bu tavsiyeye uyarak noktalıyoruz.
De ki: ‘Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbe sığınırım.” (113/Felak, 1-5)
De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.” (Nas suresi 1-6)
1. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, Azim Y. c. 1, s. 363-373
2. Mefâtihu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir), Fahreddin Râzi, Akçağ Y. c. 3, s.255-293
3. Fî Zılâli’l-Kur’an, Seyyid Kutub, Hikmet Y. c. 1, s. 200-205
4. Tefhîmu’l-Kur’an, Mevdûdi, İnsan Y. c. 1, s. 87-88
5. Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, İbn Kesir, c. 2, s. 437-480
6. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, İmam Kurtubî, Burûc Y. c. 2, s. 233-252
7. El-Mîzân Fî Tefsîri’l-Kur’an, Muhammed Hüseyin Tabatabai, Kevser Y. c. 1, s. 328-346
8. Kur’ân-ı Kerim Şifâ Tefsîri, Mahmut Toptaş, Cantaş Y. c. 1, s. 206-215
9.Kavram Tefsiri (A-Kalkan)
Malasef Yorumlar Kapalı.