Şems Suresi ilk dokuz ayete İşari bakış
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحيمِ
وَالشَّمْسِ وَضُحٰیهَا
وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰیهَا
وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰیهَا
وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰیهَا
وَالسَّمَاءِ وَمَا بَنٰیهَا
وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰیهَا
وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰیهَا
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
BismillahirRahmanirRahim Güneşe ve onun aydınlığına andolsun, Onu izlediğinde (tabi olduğunda) Ay’a andolsun Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun Onu bürüdüğünde geceye andolsun Göğe ve onu bina edene andolsun, Yere (Arza) ve onu yayıp döşeyene andolsun Nefse ve onu düzenleyip biçimlendirene ona kötülük duygusunu (Fucur) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems, 1,9)
Geçen sayılarımızda malumunuz kendini okumanın gereğine değinmiştik. Kendini okumak ise kişinin Nefsini bilmesinden geçmektedir. Hal böyle olunca Şems suresinde açıkça beyan edilen kurtuluş reçetesinin önemi ortaya çıkmaktadır. Bu reçetede kurtuluşun Nefsi bilmek ve tezkiye etmekten geçtiği vurgulanır. Bu sebeple bu sayımızda Şems suresinin ilgili ayetlerinde insanın özüne bakan işari birkaç manasına değineceğiz. Bu vesileyle Nefsini bilen Rabbini bilir sözünün inceliklerini tefekkür edeceğiz. Amacımız ayetler arasındaki sıkı bağı göstermek ve Kuranı araştıran ve okuyan akıl sahiplerinin kuranın sadece bir lafızlar yığını olmadığını, tersine nice hikmet ve Batıni sırları her bir ayet ve kelimesinin sakladığını görsünler. Madde ve mana gözlükleriyle bakıldığında ancak kelamı kadimin asıl anlatmaya çalıştığı şeye daha fazla yaklaşıldığını, sadece maddi gözlükle gerçek manaya ulaşılamayacağını anlasınlar. Kelamın eşsiz mecazını ve onun sahibini ve insanı niçin bu kelamla muhatap tuttuğunu ve insan denen seyyahın seyrinde bu kitabın pusulası, kılavuzu olduğunun bilincine ersinler, irşad olsunlar ve Hakikate ulaşsınlar. Kendi özünü tanımakla hakkı bilmenin arasında ki sıkı bağı görsünler Abdullah olmanın sırrına agah olsunlar diye ilgili ayetleri Tefekkür penceremizden idrakimize yansıdığı kadarıyla işleyeceğiz. Tevfik Allah (c.c) tandır.
Şems suresinin ilgili ayetlerine değinmeden önce, konuyla alakalı olan yukarda yazdığım Efendimizin (s.a.v) bir hadisine değinip sureyle bağlantısını ve bazı bilgileri aktaracağız ki konu daha iyi anlaşılsın.
Tasavvuf büyüklerinin arasında muteber olan hadiste Efendimiz s.a.v buyuruyor ki: Nefsini bilen Rabbini bilir
Kişi kendi nefsini özünü bilmekle Rabbini nasıl bilir? Bunda anlatılmak istenen hikmet nedir?
Bilinmelidir ki Rabbimiz teala kendi bazı sıfatlarının benzerlerini insana yerleştirmiştir. Mesela insana Rabbimiz görme özelliği vermiştir kendi basar Esması ve sıfatı gereği. Kelam vasfı konuşma yeteneğini vermiştir Kelam Sıfatı gereği. Duyma özelliği vermiştir Semi sıfatı ve ismi gereği, yalnız hakkın bu sıfatları ezeli ve ebedi sonradan var olmuş değilken ve bu sıfatlarını kullanmada hiçbir varlık ve alete ihtiyacı yokken insanda var olan bu sıfatlar hakkın yaratmasıyla ve işlevlerini yerine getirebilmek için uzuvlara, alet ve vasıtalara bağlıdır. Hakkın Vahdaniyetinin sırrını anlamada insanda bulunan hususlar çok büyük roller oynar.
İnsanın bu saydığımız vasıfları aslında özünü (Ene) dediğimiz zatı anlatır. İnsanın aklı, kalbi, sırrı, Ruhu tüm latifeleri ve hususiyetleri aslında zatını kast için ve tanıtmak için farklı farklı isimlerle anılmışlardır. Nasıl ki sadece insan kalptir veya ruhtur denilemediği gibi. İnsanı tarif ederken bütün bu sıfatlarını zikredip öyle bir insan zatı profili çizeriz ve insan budur deriz.
Aynen böyle de Rabbimizin insanda olan benzeri sıfatlarını da insan idrak ettikçe Zatı tealayı anlamaya başlar. Hak sadece rahmandır Hak sadece Semidir Hak sadece Kelamdır denilemeyeceğini, bu sıfat ve isimlerin her birinin yüceler yücesi Zatın kendisini anlatmak için kullandığını aslında bu sıfatların o tek olan zatı anlatmak için farklı isimler aldığını idrak eder.
Biraz daha açacak olursak insan kendi özünde cisminde var olan tabi ruhuna (ene) bakacak olsa görür ki, beden de tam bir yeri yoktur cismi yoktur Altı yoktur üstü yoktur ama buna rağmen altta, üste her yerde irtibatı vardır haberdardır. Elinde tutan, dilinde konuşan, ayağında yürüyen, kulağında işiten hep odur. Bedenden bir şey eksilecek olsa o yine vardır tümdür zarar görmez.
Aynen böyle Rabbimiz mekandan, zamandan, alttan-üstten münezzehtir. Ama yerlerin derinliklerinden haberdardır, göklerin yüksekliğinden yücedir haberdardır, enfüste ve afakta zahirde ve batında her şeyi bilir haberdardır. Yerlerde ve göklerde eksilmeler olsa da o tamdır parçalanma ve bölünmeden münezzehtir. Yerler ve gökler top yekûn yıkılsa ona bir zarar gelmez. Buraya kadar anlattıklarımız “İnsan benim sırrım bende insanın sırrıyım” sözünün de içinde bulunan bir manadır.
Yine Nasıl ki Dünyayı aydınlatan güneşe evlerin çok- az olması varlıkların çok-az olması bir zarar vermez hepsine ışığı değer. (Fark sadece evlerin pencere genişliğine göredir. Penceresi daha geniş olan ev güneş ışığından daha fazla yararlanacaktır.)
Aynen böylede Hak tealada yerlerde ve göklerde her yarattığına hükmeder ve tasarruf eder varlıkların azlığı ve çokluğu bir şey değiştirmez.
İşte buraya kadar anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere insanda cüzi olarak var olan aklın, ruhun vs. külli olanı mutlaka vardır. Alimlerin (ene) bir anahtardır sırlar onunla açılır sözünde de bu incelikler yatar. Bu anahtarı kavramak ve hakka ulaşmada en iyi şekilde kullanmak için zaten Ehlullah kulluk seyirlerini, çileleri, manevi konakları aşmış bunun sırrına vakıf olmuş ve tabilerine de aslında Abdullah olma sırrını nakşetmişlerdir.
Bu kısa girişten sonra Şems suresinin ilk 9 ayetinin bir işari manasına gelince:
BismillahirRahmanirRahim Güneşe ve onun aydınlığına andolsun, Onu izlediğinde (tabi olduğunda) Ay’a andolsun Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun Onu bürüdüğünde geceye andolsun Göğe ve onu bina edene andolsun, Yere (Arza) ve onu yayıp döşeyene andolsun Nefse ve onu düzenleyip biçimlendirene ona kötülük duygusunu (Fucur) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. (Şems, 1,9)
Güneşe and olsun…. Burada Ruh güneşine ve onun bedende yayılan, nefis üzerine yansıyan ışığına, nuruna yemin edilir. Çünkü yukarda anlattıklarımı idrak eden bir kul kendinde olan özelliği keşfetmiştir. Ruhu nefsin elinden kurtarmıştır bir nevi.
Burada şu manada verilebilir Nurumuza (Kurana) onun yaydığı hidayet ışıklarına and olsun.
Onu izleyen tabi olan aya……. Ruhu izleyip onun nuruyla nurlanan ona yönelen ışığını ondan alan, buna karşılık nefsini takip etmeyen onda tutulmayan kalp ayına.
Veya kurana bu nura tabi olan ışığını ondan alana Peygamber (s.a.v) ayına and olsun.
Onu ortaya çıkardığında gündüze…. Ruh nurunun istila etmesi kişiye egemenliğini kurması ve her halinde ortaya çıkması gözükmesi. Gündüzün görüldüğü gibi bariz ve net.
Veya o nuru kuranı özümseyip her halinde onu ortaya koyana izhar edene.
Onu bürüdüğünde (örttüğünde) geceye…. Ruhu örttüğü zaman nefis zulmetine, gaflet gecesine. İrfanın mahalli ve Rahmanın arşı konumundaki kalp ancak ruhun nuru ve nefsin karanlığının karışımıyla var olur. Bu ikisinin karışmasıyla bir nevi birleşmesiyle doğmuştur. Kalbin iki yüzü vardır Ruha bakan yüzüne Fuad denir. İrfan hakikatlerini bununla anlar bir yüzüne de sadr denir bununla da sırlara vakıf olur ve muhafaza eder.
Veya kurandan aldığını izhar ederken şekillerle manayı örtene, namaz gibi dışı bir takım şekiller içi batını miraç. Efendimizin (s.a.v) Beşerlik vasfıyla Ahmediyet ve Muhammediyet özelliğini saklaması gibi. Zaten oda bizim gibi bir beşerdir canım sözünü söyleyenler buraya (dışına) takılanlar değil midir?
Gök yüzüne…….. Şu varlığın seması göğü olan bir nevi ruha ve onu kudretiyle bina edene.
Veya nasıl ki yerlere kıyasla gökler daha yücedir insanların arasında gök gibi yüce olana peygambere (s.a.v)
Yere (Arza) ve onu yayıp döşeyene Nefse….. Bedene tasavvuf tabiriyle hayvani kuvvetlere. Ona bir takım kabiliyetler el,ayak kafa, göz verene dizayn edene. Onu Rabbani cihet ile sufli cihet arasında dengeli bir yere yerleştiren sadece cismin karanlığına değil ruhun nuru ve parlaklığına da bakacak kabiliyette yaratana.
Veya her şey zıttı ile anlaşır kaidesince yer yüzünde insanları hayvanları vs. yarattı yere kıyasla göğün yüceliği ortaya çıksın aynen böyle, göğe sana bakınca da yerdekilerden yüce olduğun bilinsin diye sende marifetler yaratana and olsun.
ona kötülük duygusunu (Fucur) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene…….
Bu ayette nefsin zulmete ve nura bakma kabiliyetinin varlığına işaret vardır. Kötü hasletlere uyanların ateşe, azaba gideceği gibi takva iylik tarafına yapışanında sefaya cennete gideceği hikmeti vurgalınır. Bu sebeple nefsin kötü tarafıyla mücadele edilmesi gerektiğini şeriata tabi olarak tüm nefsin kötü taraflarının iyi olana tebdil edilmesini ister. Misalen cimrilik kötü cömertlik iyidir cimrilik kişiyi azaba cömertlik nimetlere kavuşturur. Siz cimriliği yenmek için şeriatın zekat, infak gibi emirlerine tabi olursunuz bunlarla kötü hasleti yenersiniz cömertliği kazanırsınız. İşte Tasavvufunda nefisle mücadele adına nefs mertebeleri ve hasletlerini izah etmesi buna ağırlık vermesi bu sebeptendir. Bu şekliyle ayet herkesi içine alır.
Ayette Bu hikmeti görüp nefisle mücadele ederek, nefsi belli bir kıvama getirenlere, konumuzla alakalı kişilere anlattığına, yani kendini okuyanlara gelince:
Ayetten açıkça anlaşılacağı üzere ilham olunan nefis makamından bahseder. Bu makama gelenlere dikkat etmesi gerektiği yerleri açıklar.
Birincisi: Bu makamda olanlara ilhamın başlaması ve çeşitlerini, bunların zararlı olan ve faydalı olanını öğretir.
İlham: Feyiz yoluyla kalbe ilka olunan mana. Akıl yürütme ve düşünmeye dayanmadan kalpte doğan bilgiye denir. Bununda çeşitleri vardır Nefs ve şeytanın araya girdiği, meleğin ilhamı ve Rabbani Varidat şeklinde.
Fe elhemaha ifadesinde biz bunları çok net görürüz.
Bir diğer anlatımla Mesela ilham kelimesine bakınca Şeytandan gelen he harfi malum bir ismi de hanzebtir. Melekten gelen Mim harfi ikinci He harfi kişide havatır ve hevası. Sondaki Elif ise Rabbani ilhama işarettir.
(Bu arada hatırlatmakta fayda var. Kullara ilhamdan bahseden sadece bu ayet değildir Fussilet 30,33 ve Meryem annemizden bahseden Aliimran 42,43 ayetleri gibi ayetlerde Meleklerin ilhamından bahsedilir.)
Bu gelen ilhamlarında ayrımları hangisi melekten hangisi haktan bilmek için bir çok yöntem vardır. Biz kısaca Alimlerin beyan ettiği bazı usulleri vereceğiz.
Kalbine gelen düşünceyi, dinin ölçü ve hükümlerine arzet; eğer din onun hayırlı olduğunu söylerse, o hayırlıdır; tersini söylerse o kötüdür. Gelen düşünce ruhsat veya şüpheli şeylere giriyorsa, o da kötüdür.
Eğer bu ölçüyle düşünceyi tam tanıyamadıysan, onu salihlerin gidişatına arzet; şayet gelen düşünce onların güzel hallerine uyuyorsa o, hayırlıdır, yoksa kötüdür.
Eğer bu ölçü ile de düşüncenin iç yüzü anlaşılmadı ise, onu nefsine ve arzularına arzet; şayet nefis ona tabii meyli ile meylediyorsa, o kötüdür; ancak nefis ona yüce Allah’ın rahmetini ümit ederek meylediyorsa, bu düşünce hayırlıdır.
1- Gelen hayır düşünce, kesin bir hal üzere geliyorsa, o Allahu Teâlâ’dandır; eğer hayır düşünce sabit olmayıp kalpte gidip geliyorsa, o melektendir.
2-Kalbe gelen hayır düşünce, senin bir gayretin sonucu ve yaptığın taatin peşinden oluşmuşsa, o Allahu Teâlâ’dandır; değilse melektendir.
3-Kalbe gelen hayır düşünce, temel inanç esasları ve kalbin bâtınî amelleriyle ilgiliyse, o Allahu Teâlâ’dandır; eğer temel esasların dışındaki meseleler ve zahirdeki amellerle ilgiliyse, o çoğunlukla melektendir. Çünkü ekseri âlimlerin görüşüne göre melek, kulun iç âlemini bilmeye imkân bulamaz.
Bazan şeytan tarafından kalbe hayır düşünce atılır; bu, kulu o hayrın üzerinde yavaş yavaş kötülüğe yaklaştırmak için olur. Bu durumda bak; kalbine gelen iş konusunda nefsini nasıl buluyorsun.
Eğer nefsinde ilâhî haşyet olmadan işe karşı bir heves varsa, nefsin hiç düşünmeden işte acele ediyorsa, korku halinden uzak bir halde emniyet içinde ise, işin sonunu görmeden basîretsiz bir şekilde içine dalıyorsa, bil ki o düşünce şeytandandır; ondan sakın. Eğer nefsini bu saydıklarımızın aksi bir halde buluyorsan, bil ki o düşünce, Allahu Teâlâ’dan veya melektendir.
Bu anlattıklarımızın haricinde Diğer önemli hususlardan biride kalbe gelen ilahi varidatı kul kendisi şeytani varidata çevirir. Yani diyelim yanına birisi geldi şahsı gördüğün an kalbine onun yaptıkları şeyler bilgi olarak gelmeye başladı böyle bir durumda şahsın yüzüne karşı misal o şahıs gece zina suçu işledi geldi sen bu gece zina ettin diye demek gibi. gelen sırrı ifşa etmek hemde gelen bilgiyi rabbimiz o şahsın zinasını sair insanlardan settar ismiyle saklamış olduğundan ve sen onu ifşa etmekle Rabbi tealaya karşı edebsizlik etmiş olursun. farkına varmadan bir nevi ilahlık iddiası sergilemiştirsin işte bunun gibi şeyler gelişi itibariyle varidatı ilahiyken sen cahilliğinden dolayı varidatı şeytaniye çevirmiştirsin.
İkincisi:İşte buraya kadar anlatılan ilham içeriklerini idrak eden şahıs bilir ki hala kendinde gizli şirk, gaflet zulmet vardır ve bunların temizlenmesiyle uğraşır ki bir sonraki ayet tecelli etsin kurtulmuşlardan olsun. Nefsi mutmainne makamına ve Rabbinin Mutmain olmuş nefis Rabbine dön emrine mazhar olsun. Burada kişiye lazım olacak amellerden en önemlileri Murakabe ve münacaattır. Bunların bereketine hızla terakki eder. Ve kendinde cüzi olarak var olanların asıllarını küllilerini aynel yakin müşahede eder. Sonra terakki ile bu cüzileri külli olanlarda fani kılar (Fena) bunu kazandığında bütün işlerini Hakkın fiillerinde Fealül lima yürid ayeti sırrıyla fani eder. Vahdaniyet deryalarına gark olur. Daha sonra hadisi kutsinin beyan ettiği bir kulumu sevdim mi gören gözü işiten kulağı tutan eli…. Vs. olurum hakikatı tecelli eder. Ve sonrasında kul tüm sıfatlarını hakkın sıfatlarında fani eylemeye başlar.
Nasıl ki Allah lafzı zatı kast için kullanılır diğer esmaları özellikle celaliyet ve cemaliyet içeren isimleri bu kemal vasfının ortaya çıkması ve anlaşılması için gereklidir, aynen böyle kul bu süreçte zat tecellilerine mazhar olmak için insanı kamil tabir edilen noktaya varmak için seyrini enfüste ve afakta tamamlar ölmeden önce ölünüz sırrına erer Zahir ve Batın sırrıyla bekaya kavuşur. Onun için Efendimiz (s.a.v) kul bir Peygamberdir onun için gerçek Varisül enbiya ya Abdullah denir. Tüm fiil ve sıfatları kendinde cem etmiştir gerçekte Halifeliğe hak kazanmıştır. İşte kısaca buraya kadar anlattıklarımız Ene ninde tanımıdır. Elif Nun Elif: Eliften geldik Elife gidiyoruz Haydan gelen hu ya gider sözü gibi. Elif İnsanın özünü şeceretül kevnin habbesi yapmış, bunu da besmelede banın noktasıyla tarif etmiş onun için Miraçta Kabe kavseyn denilen yerde noktadan elife geçilmiş. Attığında sen atmadın Allah attı sırrında kün makamında Kul tam anlamıyla Elif benim demesin diye (zaten tüm ehlullah burayı hızla geçmiştir tehlikesinden dolayı) Nefsin gerçek ölümünü vefat anına ertelemiş. Miraçtan Efendimizi (s.a.v) Beşeriyete Abdullah olma sırrıyla tekrar indirmiş. İşte aynen bunun gibi seyri sülükünü bitiren zatta tekrar beşeriyete iner halkı irşad için. O artık Varisül Enbiya ve Mürşiddir. İşte Fecir suresinin son ayetlerinde “kullarımın arasına gir” ifadesi bu vasıfları kazanmış ve insanları irşad yetkisi almış şahısları anlatır.
İşte bu noktaya ulaşan şahıslardır gad efleha men zekkaha olanlar. Bunlardır nefislerini her türlü şirkten arından temizleyen. Bunlardır kendini okuyan. İşte Kuranın: Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!” Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.” Ben şübhesiz müslimanlardanım deyip salâh ile çalışarak Allaha da’vet eden kimseden daha güzel sözlü de kim olabilir? (Fussilet 30,33)
Ayetlerine mazhar olanlardır. Rabbim cümlemize bu nimetlere kavuşmayı ihsan etsin.amin.
İşte buraya kadar anlattıklarımız girişte Nefsini bilen Rabbini bilir hadisinin de içerikleridir anlattıklarıdır. Allahu alem bissavab. Ayetlere mana ve hikmet gözlükleriyle bakabilme duasıyla. Vesselam
ilmül havvas dergisi-hkerrar