Sevgili kardeşlerim hocamızın dersinden bir bukle sunmak istedim, notlarımı aktardığım için tam bir anlatım olmadı ve hepsini geciremedim açıkcası sadece önemli yerleri ekledim , umarım faydalananlardan olursunuz , vesselam
Bismillahirrahmanirrahim
Esselatu vesselamu aleyke ya Resulullah
Kuranın Anası
Fatihatül Kitap , Suret-ül Fatiha, Ummul Kuran isimleri ile de zikredilen Fatiha Suresi Mekkede inmiştir ve 7 Ayettir.
Fatiha ya Seb-ül Mesani (Tekrarlanan Yedi Ayet) denir. Hicr Suresi 87 Ayetinde de Allah c.c. “Andolsun ki, biz sana tekrarlanan yedi âyeti (Fatihayı) ve yüce Kur’ân’ı verdik.” buyurmuş ve bize bildirmiştir.
Efendimizde s.a.v hadislerinde buna değinmiştir.
Buhari’nin, Ebu Said b. El-Mualla’dan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) kendisine «sana meclisten çıkmazdan önce en faziletli sureyi öğreteyim mi?» demiştir. Sonra Hz. Peygamber çıkmak üzere yürümüş ve vermiş olduğu sözü hatırlayınca, «El-hamdulülahi Rabb’ilÂlemîn (Fatiha Suresi) tekrarlanan yedi ayet ile o büyük Kur’an’dır» dedi.
Yine Buharı, Ebu Hureyre’den şöyle nakletmektedir: «Hz. Peygamber (s.a): «Umm’ul Kur’an (Fatiha Suresi) tekrarlanan yedi ayet ile o büyük Kur’an’dır» buyurmaktadır».
Kuranın ilk inen sureler içerisinde ihtilaflarda olsa biz kaynaklarda bildirilen çoğunluk görüş ve delillerden dolayı derizki…! Fatiha müddesirden sonra sure olarak ilk inen suredir. Buna delilimiz ise; sair delillerin haricinde “Fatihasız namaz eksiktir.” (Tirmizi) ve “Fatihasız namaz olmaz.” (Buhari, Müslim) hadisleridir. Bu hadisleri delil sunmamızın sebebi Kaynaklarda da mevcut olan Efendimizin s.a.v Namaz emri gelmeden de namaz kıldığıdır.Eğer Fatihasız namaz olmaz buyurduysa demekki daha evvel kıldığı namazlarınıda Efendimzi Fatiha ile kılıyordu.Yani Efendimize s.a.v inmişti ve biliniyordu.
Fatiha Fetaha kökünden gelir ve açmak anlamında açılacak şeylerin ilki veya ilk açılacak şey gibi manalara haizdir Kuranı açan açıklayan manasında.
Fatiha Suresi iki kısımdan oluşur;
1 . Allahın c.c. büyüklüğüne hitap eden kısım
2 . Kulun Allahın c.c. büyüklüğünü kabullendiği kısım
Bunun delili, Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu hadis-i kudsîdir: “Allah c.c. buyurmuştur ki: “Namazı (yani Fatiha’yı), kendim ile kulum arasında iki kısma ayırdım.” Bu meşhur bir hadistir.
Bu Kutsi hadisten ve Fatihanın mahiyetinde anlıyoruzki Fatihanın içinde Kulluk vardır.Allahı c.c. tanımak ve O nu tasdik etmek, kulluğunu bildirmek.Anlamıda zaten açmak olan Fatiha kula Allahın c.c. varlığını bilmeyi açıyor ve Allahı c.c. hakkı ile tanımayı öğretiyor.Bu açma sayesinde ise kul hakkı ile tanıdığı Allaha c.c. ulaşır ve kul olduğunun idrakine varır. Fatiha tevhiddir denmesi de bundan dolayıdır.
Hz Alinin r.a “Kuranın hepsi Fatihada Saklanmıştır, Fatiha ise Besmelede, Besmele ise B harfinde, B harfi ise Noktada saklanmıştır.” İfadesi bunu çok güzel açıklamıştır.
Fatihanın bir özelliği ise sure başlarında ki Besmele sadece Fatihada ayet olarak sayılmıştır.Bu nedenle de 7 Ayettir.
Şimdi gelelim İnsana kulluğunu kazandıran ve Allaha c.c. ulaştıran bu Surenin Ayetlerine …
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
1 – Bismillâhir rahmânir rahîm.
Kainatta üç büyük kitap vardır.Kainat, İnsan ve Kuran, İnsan Kainat kitabını okumak için gelmiştir.Kainat kitabını okumak için ise Kuran ile müşerref kılınmıştır.Kuran insanı Tefekküre, akletmeye, Kainatta ki yaratılmış varlıklara çekerek o büyük kitabı okumayı öğretir.Kainat kitabını okumaya başlayan kul Allahı c.c. tanımaya başlar.
Kuran ı açacak olan anahtar ise Besmeledir. Peygamber efendimiz(s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde:”Her kim bir kitap yazarsa besmeleyi onun başına yazsın.Çünkü besmele her kitabın anahtarıdır”buyurur. Yine Yüce peygamberimiz(s.a.v) başka bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur:”Besmelesiz başlanan bütün işler bereketsizdir ve sonu yoktur.”
Yani şöyle desek hata etmiş olmayız inşallah Kuran bir kale, Fatiha Kapısı ve Besmelede Anahtardır.
Besmele üzerinde günlerce konuşulsa, yıllarca izah edilmeye çalışılsa, sayfalarca yazılsada asla ifade edilemez. Taşıdığı sır ve hakikatler bitmez.
Bediüzzaman Said Nursi hz lerininde Birinci Sözde “Besmele her hayrın başıdır , biz dahi evvela onla başlarız……” diye belirtmeside besmelenin ne denli açıcı bir özelliği olduğunu vurgulamaktadır.Yaratılış evresinde Hadislerden gördüğümüz ve öğrendiğimiz kadarı ile bilirizki Kalemin İlk yazdığı besmeledir.Efendimiz s.a.v de buyurduğu gibi “ Allah önce Aklı yarattı, sonra Levhi yarattı sonra Kalemi yarattı” diğer bir rivayette ise “Allah önce nurumu yarattı” diye başlamıştır. Kalemin yaratılmasından sonra ilk yaz emrinden sonra yazacağı şey bismillah diye bildirilmiştir.Besmelenin başlangıcı B nin noktasıdır.
Hz Ali ra nin “İlim bir nokta idi cahiller onu çoğalttı” sözünün sırrıda buradan kaynaklanmaktadır.İlimde çok ilerde olan Hz Ali ra bu inceliği bizlere çok güzel bir şekilde aktarmıştır.
Besmele bilindiği üzere 19 harften oluşur.Hz Yunusun ksa ifade ettiği 18 bin alem vardır Ehli Keşif ise bunun Uluhi Alem ile 19 bin olduğunu bildirir.Ayriyeten Cehennem Zebanileri de 19 tanedir.Bu konuda İbni Mesud şöyle buyurmuştur “ Besmele 19 harftir unutmayın Cehennem Zebanleride 19 dur.Besmele ile çok haşır neşir olan bunların elinden kurtulacaktır.” Daha binlerce onbinlerce hatta sonsuz hikmeti olan besmelenin birkaç özelliğine değinmek istedik….
Rahman Rahim Allah adıyla ismi ile;
Besmele üç türlü manalandırılmıştır;
1 . İstiandır (sığınmak, yardım istemek, yardım dilemek)
2 . İstiazedir (sığınmak, sarılmak, korunmak)
3 . Melabisedir (elbise, giyinmek, bürünmek)
Bir işe başlarken besmele ile Allaha c.c. sığınmak, Ondan yapılacak iş için yardım istemek, O na sarılmak bu şekilde hayra kapı açmak olduğundan bu şekilde manalara mazhar olmuştur besmele, Besmeleye bürünmek, giyinmek (Melabise) manası ise Besmeleyi elbise gibi bürünmektir.Allahın c.c. adı ile O nun ismi ile sığındım ve her işe Besmele ile başladım demektir.Bunu gerçekten yakalayan kişi Allahın c.c. bütün esmalarının tecellisine mazhar olmuş demektir.Besmele şeytan ve nefsin iğva ve vesveselerinden de insanları korur.
Besmele dediğimiz gibi hikmet ve sırları anlatılacak gibi değildir.İçersinde Esmaül Hünsayı da buluruz.Besmelenin normal ebced değeri 786 dır.
Besmele de diziliş şekillerinden Allah c.c lafzına en yakın esmaların Rahman ve Rahim olduğunuda anlıyoruz.Besmeleye başlarken BİSMİ Kainatı yoktan var eden Rabbin ile başlanması ve peşinden Allah c.c. isminin gelmesinden Zata en yakın isminde Allah c.c. olduğunu anlıyoruz.
ALLÂH (اَللَّهُ): Varlığı zorunlu olan ve bütün övgülere lâyık bulunan, her türlü eksiklik ve noksanlıklardan uzak, bütün kemal sıfatları kendinde toplayan, eşi ve benzeri bulunmayan zâtın özel ve en kapsamlı adıdır. Allah’a nisbet edilen isimler hâs (özel) ve âm (cins) olmak üzere ikiye ayrılır. Allah adı özel isim; Rab, Rahmân, Rahîm gibi isimler ise, Allah’ın özel ismine nisbetle anılan isimlerdir. Allah ism-i şerifi, Cenâb-ı Hakk’ın has ismidir. Bu itibarla diğer isimlerin ifade ettiği bütün güzel vasıfları ve İlâhî sıfatları içine alır. Diğer isimler ise, yalnız kendi mânalarına delâlet ederler. Bu bakımdan Allah isminin yerini hiçbir isim tutamaz. Bu isim, Allah’tan başkasına ne hakikaten ve ne de mecazen verilemez. Diğer isimlerin ise, Allah’tan başkasına isim olarak verilmesinde bir mahzur yoktur (Kadir, Celâl gibi). Yalnız bu isimlerin başına, insanlara izafe edildiklerinde, “kul” mânâsına gelen “abd” kelimesinin ilâvesi güzel olur [Abdülkadir (Kadirinkulu) ismi gibi].
Allah c.c ismi yapı olarak Arapça bir kelime değildir.Ve Arapça’da kullanma açısından ” ” (Allah) yüce ismine benzeyen hiçbir kelime yoktur ve bunun aslını göstermek imkansızdır.Dil açısından buna delalet eden bazı hususlara gelince
Önce Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliği asrında bütün Araplar’ın bu özel ismi tanıdığı bilinmektedir. Kur’ân-ı Kerim de bize bunu anlatıyor: “Andolsun onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan, elbette ‘Allah’ derler.” (Zümer, 39/38), Bundan dolayı şimdi bizde olduğu gibi o zamanda bu ismin, Arap dilinin tam bir malı olduğundan şüphe yoktur. Sonra bunun Hz. İsmail zamanından beri geçerli olduğu da bilinmektedir. Bu itibarla da Arapça olduğu şüphesizdir. Halbuki Kur’ân’dan, bu yüce ismin daha önce varolduğu da anlaşılıyor. Bundan dolayı Hz. İbrahim’den itibaren İbrânice veya Süryânice gibi diğer bir dilden Arapça’ya geçmiş olduğu üzerinde düşünülüyor ve bu dillerden Arapça’ya geçtiği görüşünü ileri sürenler oluyor. Fakat Âd ve Semud hikayelerinde ve daha önce yaşamış olan peygamberlerin dillerinde de yalnız anlamının değil, bizzat bu özel ismin de dönüp dolaştığını anlıyoruz ve İbrânî veya Süryanî dillerinin de mutlak surette Arapça’dan önce olduğunu da bilmiyoruz. Bunun için kelimenin Arapça’da daha önce kökten ve katıksız Arap olan ilk devir Araplarına kadar varan bir tarihi bulunduğu açıktır. Bundan dolayı “İsrail, Cebrail, Mikail” kelimeleri gibi İbrânice’den Arapça’ya geçmiş yabancı bir kelime olduğunu zannetmek için bir delil yoktur.
Özetle ” ” ismi türemiş veya başka bir dilden Arapça’ya nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanılmıştır. Ve yüce Allah’ın zatı bütün isimler ve vasıflardan önce bulunduğu gibi ” ” ismi de öyledir. Allah ismi ulûhiyyet (ilâhlık) vasfından değil, ilâhlık ve mabudiyet (tapılmaya layık olma) vasfı ondan alınmıştır. Allah, ibadet edilen zat olduğu için Allah değil, Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. Onun “Allah”lığı tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. İnsan puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, zorbalara veya bazı sevdiği şeylere tapar, taptığı zaman onlar ilâh, mabud (kendisine tapılan) olurlar, daha sonra bunlardan cayar, tanımaz olur, o zaman onlar da iğreti alınmış mabudiyet ve tanrılık özelliklerini kaybederler. Halbuki insanlar, ister Allah’ı mabud tanısın, ister mabud tanımasınlar, O bizzat mabuddur. O’na herşey ibadet ve kulluk borçludur. Hatta O’nu inkar edenler bile bilmeyerek olsa dahi ona kulluk etmek zorundadırlar. Araştırma mantığına göre iddia edilebilir ki, özel isimler kısmen olsun cins isimlerinden önce konulur. Daha sonra bir veya birkaç niteliğin ifade ettiği benzeme yönü ile cins isimleri oluşur. Bundan dolayı her özel ismin bir cins isminden veya nitelikten alınmış olduğu iddiası geçersiz sayılır.
Varlıklar , yokluktan varlığa Besmele ile çıkmışlardır.Besmelenin her harfi bir kısma bakar.Her harfi yazıldığında bir nur, bir yer yaratılmıştır. Bu hususu Ahmedi bican k.s en varul aşıkin eserinde dile getirirken der ki:
Allah c.c kalemi yarattı ve yaz dedi Kalem ne yazayım yarabbi dedi
Bismillahirrahmanirrahim yaz dedi
Kalem besmelenin be harfini yazınca be harfinden bir nur çıktı mülk ve meleküt alemini kapladı kalem dedi yarabbi bu nasıl bir be harfidir ki bundan bir nur çıktı hak teala dediki bu nur keremimin nurudur Muhammed s.a.v ümmeti için. Kalem sin harfini yazdı bu harfin üç dişinden nur çıktı birinci dişten çıkan arşa gitti ikinciden çıkan kürsiye gitti ve biride cennete gitti kalem dedi yarabbi bunlar ne nurlardır hak teala dedi Muhammed s.a.v ümmetini üç bölük eyledim bir bölüğünü sabigun bil hayrat yani hayırlarda en önde gidenler bunların batınları zahirlerinden daha kuvvetli bir bölüğü muktesit yani zahiri ve batını eşit olanlar bir bölüğü zalimün linefsihi nefsine zulmetmiş olanlar zahiri fazla olanlar arşa giden nur sabigun olanların kürsiye giden nur zahiri ve batını eşit olanların cennete giden nur nefsine zulmedenlerin zahirleri galip olanlarındır. Kalem mim harfini yazınca bir nur çıktı ve bütün alemleri kainatı kapladı kalem bu nuru görünce 2 bin yıl taaccüp etti ve sordu Ya Rab bu ne nurdur ki arştan ta ferşi kapladı Hak Teala dedi bu nur Muhammed (s.a.v) nurudur o benim habibim ve Rasulümdür cümle mahlukatın hayırlısıdır. Cümle alemi onun nurundan yarattım kalem bu sözü işitince Haktan destur aldı ve nura selam verdi Esselamü Aleyke Ya Rasulallah hak tela dedi ey kalem şuan o nur hazır değildir hazır olsaydı senin selamını alırdı onun yerine ben senin selamını alayım ey kalem dedi. İşte bu sebeptendir ki selam vermek sünnet almak farz oldu. Ondan sonra kalem Allah, Rahman, Rahim yazdı ve dedi Ya Rab bu ne isimlerdir Hak sübhanehu dedi ben Allahu Azimüşşanım sabıklara, Rahmanım Muktesitlere, Rahimim Zalimün li nefsihi nefsine zulmedenlere ve devamla Ey meleklerim şahit olun bir kulum bismillahirrahmanirrahim dese onu yarğılarım amellerini mubarek kılarım hasenatlarını kabul eder günahlarını affederim.
Kalem Bismillahirrahmanirrahim Elhamdülillahi Rabbil alemin errahmanirrahim yazdı bir nur zahir oldu ve o nur ikiye bölündü Hak sübhanehu birinden Rahmet denizini birinden Mağfiret denizini yarattı sonra Hak sübhanehu Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimizin özüne buyurdu ki o denizlere gir ve oda girdi Alemlere Rahmet oldu ayette: Vema Erselnake illa rahmetellil alemin. Kalem Maliki yevmiddin yazdı Zulmet ile karışmış bir nur zahir oldu nur bir yana zulmet bir yana gitti Hak Teala nurdan Saadet Denizini yarattı ve Zulmetten Şekavet Denizi yarattı ve buyurdu ki her kim Maliki yevmiddin derse Şekavet denizinden emin olup Saadet denizinde sabit olur. Kalem İyya kena’budu ve İyya kenesta’in yazdı bir nur zahir oldu bu nur ikiye bölündü Hak Teala birinden Tevfik Denizini birinden İsmet Denizini yarattı ve buyurdu ki her kim İyya kena’budu ve İyya kenesta’in derse ona ben Tevfik ile İsmeti yoldaş eylerim. Bundan sonra Kalem İhdinassıra Dal Müstegim Sıra Dallezine en amte aleyhim yazdı ve bir nur zahir oldu nur iki parça oldu Hak Sübhanehu birinden Hidayet denizini birinden Zehadet (Zahitlik Dine sıkıca bağlanma dünyayı terk)Denizini yarattı ve buyurdu ki her kim bunları okursa ona hidayet ve Zehadet veririm. Kalem Ğayril meğdubi aleyhim veleddaallin yazdı bir zulmet zahir oldu o zulmet ikiye ayrıldı Hak Teala birinden Gazab Denizi ve birinden Saht-Sevret (Katı,sert, Hiddet,Öfke) Denizin yarattı ve buyurdu ki her kim bunları okursa ben onu bu iki denizden emin eylerim. Ve nakildir Zühretür-Riyazda Peygamberimiz (s.a.v) buyurdu ki Kalem bismillahirrahmanirrahimi yedi yüz yılda yazdı Hak Teala buyurdu herkim bismillahirrahmanirrahim derse yedi yüz yıl ibadet etmiş gibi sevap veririm.
Elbette Besmele ve Fatihanın hikmet ve hakikatları saymakla bitmez
ER-RAHMÂN (اَلرَّحْمَنُ): Esirgeyen, bağışlayan, şefkat ve merhametinin eserleriyle bütün kâinatı dolduran, mümin-kâfir, sevdiği-sevmediği ayırt etmeksizin bu dünyada bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren, ezelde bütün yaradılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, hayatları için lüzumlu olan bütün rızıkları veren. Manalarına gelmektedir.
ER-RAHÎM (اَلرَّحِيمُ): Bağışlayan, esirgeyen, rahmeti herşeyi kuşatan, kâinattaki bütün nimet ve ihsanlar af ve rahmet, şefkat ve merhamet kendi eseri olan ve âhirette müminlere sonsuz nimetler ihsan edecek olan, pek ziyade merhamet edici; verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedî nimetler vermek suretiyle mükâfatlandırıcı. Rahmân ism-i şerîfinden Allah Teâlâ’nın ezelde bütün mahlûkatı için hayır ve rahmet irade buyurduğu anlaşılır, Rahîm ism-i şerîfi ise, mahlûkatı arasında irade sahipleri, hususan müminler için rahmet-i İlâhiyyenin tecellisini ifade eder.
En büyük müfessirler diyorlar ki: ” bâ”nın buradaki bitiştirme mânâsı ya sığınma ve beraberlik veya yardım dilemektir. Yani hafızamızda meydana gelen ilişki “Allah-i rahmân-i rahim” ismine bir sığınma ve beraberlik hissi veyahut isminin ve (Rahman, Rahim) sıfatları ile isimlendirilen ve delalet ettikleri mânâya göre Allah’ın rahmetinden medet ve yardım isteme hissidir ki, birincisinde besmele ibaresi gramer açısından “hal” , diğerinde dolaylı tümleç olur.
الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
2 – El hamdu lillâhi rabbil âlemîn.
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allahadır….
Besmele ile Kainatı ortaya çıkaran Zata Hamd için bu ayet Elif Lam takısı ile başlamıştır.Burada bu şekilde başlamasının nededi Varolmaya karşılık Hamd edilmesidir.Sizi yoktan vareden Zata Hamd edin ….
Belirlilik takısı olarak (Elif Lam) bu ayetten Hamd Makamını da anlıyoruz ayriyeten, Hamd makamı övenin ve övülenin makamıdır ki bu makama Makam-ı Mahmut denir.Allaha c.c. hakkı ile gerçek övgüyü ise Resulullah s.a.v yapmıştır ve Makam-ı Mahmudun sahibidir.Bizde Efendimizin s.a.v övdüğü gibi Allahı c.c. övmeye çalışmalıyız buna gayret etmeliyiz.Hamd makamına ulaşanların mekanı Livail Hamd sancağıdır.Hamd Makamı na mazhar olanlar çok övenler, güzel övenler, çok şükredenler, çok hamd edenler, çok sena edenler ve bu hareketlerinden dolayıda Övülmüş olanlardır.
Hamd ve Şükür
Hamd, isteğe bağlı yapılan bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir iyiliğe karşı gönül açıklığı ile o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür. Kısmen medih, kısmen teşekkür ile birleşen bir övgü, bir çeşit övmek veya övülmek, iyi bir övüş veya övülüş, güzel bir övücü veya övülen olmak, ciddi bir övücülük veya övülücülük hülasa bu anlamları kapsayan güzel ve ciddi bir sözdür. Arapça’dan hamd kelimesi bu mânâların hepsi için kullanılır. Fakat Türkçe’de çoğunlukla masdar ismi olarak kullanılır. Diğer kiplerde hamd etmek veya edilmek, hamdediş veya ediliş, hamd eden veya kendisine hamdedilen, hâmidiyet (hamd etmek niteliği), mahmûdiyet (övülmeye değer olmak) denilir ve bugünkü dilimizde bunun öz Türkçe olan bir eşanlamlısı yoktur. Şükür de böyledir. Türkçe’de bir övme var ki, o da methetme ve sena (övme) ile eşanlamlıdır. Hamd ise medh ile şükür arasında bir nevi övme ve özel bir medihtir. Çünkü medih, canlılığı ve istediği gibi hareket etme yeteneği olana da olmayana da yapılır. Mesela güzel bir inci ve güzel bir at övülmüş olabilir. Fakat onlara hamdedilmez. Hamd, inci ve atı bağışlayan, istediğini yapmakta serbest olan Allah’a yapılır ve hatta onun lütfuna, ilmine yapılır. Fakat vücut güzelliğine yapılmaz. Ayrıca medih, bağıştan önce de ondan sonra da yapılabilir. Hamd ise kesinlikle bir iyilikten sonra yapılır. Şu kadar var ki, onun hamd edene ulaşmış bir iyilik olması şart değildir. Şükürde ise bu da şarttır. Çünkü şükür, gelmiş olan bir nimete sözlü veya fiilî veya kalp ile nimeti verene saygıda bulunarak ona karşılık vermektir. Yalnız fiil veya kalp ile yapılan şükür, ne medihtir, ne hamddır. Fakat dil ile sözlü olarak yapıldığı vakit hem hamd, hem de medh olur ve bu hamd, minnettarlığın başıdır. Bundan dolayı hamd, medihten genel olarak daha hususi (özel)dir. Şükürden de bir bakımdan daha genel ve bir bakımdan daha özeldir.
Hamd senayı, şükrü ve övgüyü içine alır, Şükretmek tam bir hamdiyet değildir.Anlıyoruzki hamd Allah c.c. ne verirse hayır yada şer hamd etmek lazımdır, Fatiha Suresinde yaratılıştan sonra zikredilmesi bunu anlatmaktadır.Çünki hayır ve şerde yaratılmıştır.Şükür nimetlerin artırılmasında kullanılır.Hasta olan bir kişi bu durumuna şükürle değil Hamd ile yaklaşır.
Hamd makamına ulaşan kişi her azanın şükrünü yerine getirmiş kişidir ki, Azalarının şükrünü yerine getiren kul zaten Allaha c.c hamd etmiştir.Gözünü harama bakmaktan korumakla gözün, Kulaklarını haram işitmekten sakındırmakla bu azasının şükrünü yerine getirir bu bütün azalarda uygulanınca hamd makamına ulaşılır.
Nimetlerin bütün vesilelerini vesile olduğunu bilmek onu verenin gerçekte Allah azze ve celle olduğunu bilmek gerekir. Sebebler dairesinde her şeyi Rabbimiz sebeplerle yaratır verir. Burada sebebi değil müsebbibi görmek ve ona göre hamd veya şükürde bulunmak lazımdır.
Bu konu ile ilgili Efendimizin s.a.v güzel bir hadisi vardır, Efendimiz s.a.v buyururki “İnsanlara teşekkür etmeyen Allahada c.c. şükretmiş olmaz”
İşte bu hadiste nimetin gelmesine sebep olanlara teşekkür etmek hakikatta yaratıcıya hamde götürür ve onu asıl vereni görmeyi vurgular.
Şu halde toparlayacak olursak yukarıya doğru ilerlemede hamdin sırası ile en yüksek rütbeleri şunlardır:
1- Hâmidiyet (hamd etmek), 2- Mahmudiyet (övülmeye değer olmak) 3- Hâmidiyet ve mahmudiyet 4- Mahmudiyet ve hâmidiyet.
Bu son derecede Allah’a ait tecellilerden (lütfuna erme) birini görürüz. Burada etkilenmeyi ifade eden insana ait mânâları ortadan kaldırmakla övülmeye değer ve hamdetmeyi biraraya toplayan hamîd (çok hamdeden), mahmûd (övülmeye değer olan), hâmid (hamdeden) gibi Allah’ın güzel isimlerinin tecellisini görmemek nasıl mümkün olur? Bu olmasa idi onlar nereden gelirdi? Sonra “Şifa-i Şerif” kitabında açıklandığı üzere Hâmid ve Mahmud, Ahmed ve Muhammed gibi yüce Peygamberimiz’in mübarek isimlerindendir. Gerçekten Makam-ı Mahmud (en yüksek şefaat makamı) bilhassa peygamberlerin sonuncusu olan Efendimiz’e va’d olunan ve onu hamd etme makamından hamd edilen (övülen) makamına yücelten yüksek bir makamdır ki, büyük şefaat makamıdır. Bu makamda “livâü’l-hamd” (sancağı) onun sağ eline teslim olunmuştur. Ahirette Makam-ı Mahmud’un bol şefaati iledir ki, Livâü’l-hamd altında toplanacak olan ümmet, Allah’a hamd etmelerinden paylarını alacak ve cennet ehlinin dualarının sonu da ” Alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” olacaktır. “Dualarının sonuncusu da alemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.” sözüdür. (Yûnus, 10/10).
Böyle hamd etme ve övülme vasıflarını toplayan Allah’ın dostunun, Ahmed olması ve Muhammed olması, işte hamdin bu toplayıcı ve birleştirici derecesini dile getirir ve gerçekten lafız ve mânâ itibariyle hamdin esası Muhammed (s.a.v.)’e ait bir gerçektir. Ve bu gerçeğin başlangıç ve sonuç itibariyle Allah Teâlâ’ya ait olması da gerçeklerin gerçeğidir.
Allahü Teâlâ’nın kitabına -Hamd» ile başlamasının üç hikmeti vardır:
Birinci hikmet: Kulların Allah’a nasıl ibadet, şükür ve hamd edeceklerini bildirmek içindir.
İkinci hikmet: İnsanların medhe lâyık özellikleri olsa bile noksanları da çoktur. Ancak kemal sahibi Allah’tır. Noksan ve hatâlar içinde olan insanın kendini övmesi ve büyük görmesinin çok hatâlı bir hareket olacağını bildirmektir.
Üçüncü hikmet: İnsanın hiç hatası olmasa, her hâli medhe lâyık bulunsa bile fani olan insana bütün bu özellikleri veren Allah’tır. Allah’ın vermiş olduğu bu lütuflarla kibirlenmenin ve övünmenin Allah’a itaatsizlik olacağını bildirmektir. Allah’ın verdiği ile kibirlenen adamın hali şu misale benzer: Başkasının malını fakire vermek için görevlendirilen bir adam, kendi malını fakirlere dağıtıyor-muş gibi hareket ederek, kendini medhetmesi ne kadar yersiz bir harekettir. Başkasının malıyla övünmek, rüyada zengin olmaya benzer. Bu ne kadar hayâlse başkasının malıyla övünmek de o kadar hayâldir. Mal başkasının, kendini medheden başkası. Bunun için Yüce Allah insanların kendilerini medhetmelerini ve kendilerine verilen meziyetlerle övünmelerini men ediyor. İnsan ne kadar mükemmel olursa olsun yine noksanlıklarla doludur. Noksan sıfatları bulunmayan yalnız Allah’tır, övgüye lâyık olan O’dur. Kitabına hamd ile başlamasının hikmeti de budur. O, ebedî ve ezelidir. O’nun varlığı başkasından değildir.
Rabbül alemin Alemlerin Rabbi
Manası bilindiğinden fazlaca teferruata girmeye gerek yoktur. Lakin şunu belirtelim ki
Bu ayette “alemun- alemin” gibi sağlam çoğullar akıllı varlıklara ait olduğundan yaratılan bütün akıl sahibi varlıkların Yaratıcıya hamd etmeleri isteniyor. yaratılan akıl sahibi bütün varlıkları kast vardır. O halede bütün alemlerin ve bütün parçalarının ve özellikle hepsinden üstün olan akıllı varlık alemlerinin yegane Rabbi demek olur.
Alem: Kısaca Allahın c.c. Zatı hariç yaratılan her varlığa Alem denir.
Bu Alemler içerisinde her insan ve cin gibi akıl sahibi ve şuuru olan varlıklar için kullanılmıştır.
Allah Azze ve celle bu ayette Alemlerin insanlara ve cinlere bakan boyutlarını Rab esması ile zikretmiştir.Buda mükemmel bir anlatımdırki Rab esması; terbiye eden, büyüten, besleyen, hükümran manalarındadır. Varlıkların hepsi bu ismin tecellileriyle gelişir, büyür, rızıklanır vs.
Terbiye bir şeyi basamak basamak, yavaş yavaş olgunluğuna ulaştırmaktır ki, bunun alâmeti, seçme ve olgunlaşma olur. Âlemlerin her kısmında ise terbiye ve olgunlaşma kanunlarının hareketi her an ve her saniye görünüyor. Ve bundan dolayı böyle sonsuz bir gücün Allah’a ait olduğu, dünya işlerinde şeksiz ve şüphesiz olarak okunmaktadır.
Birtakım filozoflar kâinatın şeklinin böyle yavaş yavaş gerçekleşen bir terbiye ve olgunlaşma kanunu takip ettiğini görememiş. Bunlardan bir kısmı hepsinin bir defada sebepli veya sebepsiz olarak birdenbire meydana gelmiş olduğunu, bir kısmı da tabiat (kanunu) iddiası ile kâinatın sonradan meydana geldiğini inkâr edercesine kâinatın bugünkü şeklinin ve varlık düzeninin başlangıçsız olduğunu iddia etmeye kadar varmıştır.
Bir diğer manayı mahvisi ise şudurki; Kainatın altı günde yaratılması gün değil evredir. Bunuda iki bölümde ele alırız;
1 . Yerlerin ve Göklerin yaratılması uzun zamanda olmuştur. Eyyam belli evreler manasında.
2 . Kainat altı ayrı şekilde yaratıldığına işarettir.Altı ayrı kainat yaratılmış ve yok olmuştur.Bizim yaşadığımız altıncıdır ve varlıklar yaratılmış ve kaldırılmıştır.Allahu alembissavab.
الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
3 – Er rahmânir rahîm.
Rahman ve Rahim olan
Fatihanın ilk ayeti olan besmelede Rahman ve Rahim esmaları gerçek tecellileri ile mevcuttur.Bu ayette ise İnsanlara ve varlıklara bakan tarafları ile mevcutturlar.
Rahman , Ayrım yapmaz
Rahim, Akıl sahiplerine bakar iman erbabına bakar
Rahman sıfatı yaratılan bütün varlıklara ayrım yapmadan tecelli etmektedir ve her şeye tecelliyatı vardır.Rahim esması ise akıl sahibi olan varlıklara tecelli etmektedir.İnanların inançlarını artırırken inanmayanlara ise Huda ismi ile hidayet kapılarını açıyor.
Ayetteki “el” takısı yaratana atıftır.
Allah c.c. Rahim esması ile inanların imanını kemalata erdirir.İnanan insanlardaki tecellisi bu şekildedir.Ve Rahim esmasının içinde gizli olan Hüda esması ile de inanmayanlara hidayet eder.Yani Rahim esması sadece inanlara değil inanan ve inanmayan insan ve cinlere bakar.
Diğer ifadelerle Rahman dünyaya Rahim ise ahrete bakar.
مَلِكِ يَوْمِ الدِّينِ
4 – Mâliki yevmid dîn.
Din gününün Maliki Hükümdarı
Bu ayeti kıraat olarak aşağıdaki şekillerde okumak mümkündür.
Maliki – Dünyaya bakar
Meliki – Dünya ve ahrete bakar
Mülkü – ahrete bakar
Malikel Mülk ; Allah c.c. mülkün hükümdarıdır.
Ayette geçen “din” kelimesi bir çok anlama gelmektedir.Din kelimesi Arapça’da ceza, tâat, hal, âdet, hesap, siyaset, kahr ve bütün bunlarla ilgili, hepsine temel ve ölçü olan “millet, şerîat” anlamlarına gelir. Gün (yevm) ise, yirmidört saatlik zaman anlamına geldiği gibi ay, yıl, asır, devir gibi anlamlara da gelir. Meselâ dünya günlerine nisbetle âhiret günleri, bin yıl veya elli bin yıl gibi ölçülerle anlatılır (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, İstanbul 1968, I, 82).
Bunlardan biriside ayette de geçen “nimet verilenlerin” ve “doğru yolda olanların” nimete kavuşacakları gündür.
Diğer bir anlamı ise “Bu gün Mülk kimindir?” Mümin Suresi 16 ayetin de belirtilen gündür.Bu Allahın c.c. uluhiyetidir.Allahın c.c. Kainatı tekrardan yok edip ve tekrar yaratacağı an, varlığın tekrar yok olduğu gündür Din Günü… maliki yevmiddin dünyaya da ahretede bakar sadece ahrete veya sadece dünyaya diye ifade etmek manayı daraltmaktır.
Başta belirttiğimiz üzere bu dört ayet kulun Allahı c.c. nasıl övmesi gerektiğini ve Allahın c.c. büyüklüğünü gördüğü ayetlerdir.Bu övgüden sonra kul Allahın c.c. büyüklüğü ve hükümdarlığı karşısında duaya yönelir….Bu nedenledirki zaten duanın mahiyetide Fatihada saklıdır. Allahı c.c. övmek , Resulünü s.a.v anmak ve Allahın c.c. Esmaları ile O na yaklaşmak, dua etmek….
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
5 – İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn.
Sadece sana kulluk ederiz ,sadece senden yardım dileriz
Ey Allah’ım (Yalnız sana ibâdet ederiz). Senin büyüklüğünü kalben düşünür, tam bir huşu ile ancak sana itaat ve kullukta bulunuruz. (Ve ancak senden yardım dileriz). Ancak sana sığınır, senden lütuf ve yardım bekleriz.
Allah’tan başka mâbud olmadığını gösterir İş böyle olunca. Allah’dan başka ilâh olmadığı da ortaya çıkmış olur. ” sözü, buna göre, katıksız tevhide delâlet eder.
Kişinin iyyake nabudu demesi ; Tevhidin La Mağbuda İllahu makamına dalalet eder.
Hz. Ali (r.a.): «Kul daima halini Allah’a arzetmeli ve yalvarmalıdır» demiştir. Kul dediği zaman yalvararak halini arzeder ve mabudumuz sensin, yalnız sana ibadet ve kulluk ederiz, demek ister. âyetini okuduğu zaman da -Yalnız senden yardım isteriz, Senden başkasından yardım istemeyiz- demiş olur. Yüce Allah’ın bu âyeti göstermektedir ki, kul her işinde Allah’ın yardımına muhtaçtır. O’nun yardımı olmadan hiç bir şey yapılmaz. Allah’ın yardımı olmadan kulun ibadetlerini yerine getirmesi bile mümkün değildir.
Yüce Mevlâ’nın âyet-i celilesi hakkında ilim erbabı çok şey söylemiştir.
Diğer bir ifadeye göre “İyya kene’budu ve İyyake neste’in” demek, bizi yoktan var eden Allah dünya sevgisini kalbimizden söküp atar, riyayı terk ettirir, ihlâs ile sana ibadet ederiz. Yardımı senden isteriz. Bütün varlığımızla sana kulluk ederiz. Kalbimizin sırlarının açılmasını senden dileriz. Kendilerine hidâyet verilip, hakkıyla ibadet eden kulların gibi bize de ibadet etmek nasip eyle. İbadetlerimizin doğru olmasını ve kabul edilmesini senden dileriz. Senin emrin ile sana ibadet ederiz. Bizi ibadetini beğenip kibre kapılanlardan eyleme. Halimizi ibadetine lâyık eyle. Senin yardımını senden istiyoruz. Rahmetinden bizi mahrum etme.
Ayetteki “ke” takısı muhatab ifadesidir.yani iyya ke derken hazırda olan birebir muhatap olmak anlamında demektir.Burdan ise bu ayetin Samimiyet Makamına baktığını anlamaktayız.İyyake derken kişi direk Allah tan c.c. istemekte ve O na kulluk ettiğini belirtmektedir.Samimiyet Makamında olan kişiye tecelliside bu şekildedir.
Kişinin iyyake nestağin demesi ise; La Mevcuda İllahu makamlarıdır….
Daha evvelki ayetlerde övgü ile şükür ile Hamdiye makamına ulaşan kişilerin bu makamdan sanra iyyake sırrı ile muhatap olma makamına ulaştıklarınıda anlıyoruz.Yaptığı övgü ve Hamdın ödülü olarak kişi artık muhatap alınır ve huzurda halini arz eder.
Ayetin tekil ile başlayıp çoğula hitaba dönmesi ise bu makama bir çok kişinin ulaşabileceğine işarettir.
Na’budu kelimesindeki “nûn” ya cemi nûnu. ya da azamet nû-nudur Bu durumda
Buradaki “nûn” harfinden maksat, onun cemi nûnu olmasıdır. Bu da insana yakışan halın, namazını cemaatle eda etmesi gerektiğine dikkat çekmektir. Cemaatle namaz kılan, “(ibadet ediyoruz) der. Bu durum*da, kelimedeki “nûn” île kastedilen, bu cemaattir. Eğer, adam tek başına namaz kılıyorsa, bu nûn ile kastedilen, hem o adam, hem da ibadetinde hazır bulunan meleklerdir Bu durumda kişinin na’budu “sözü ile, hem kendisi hem de Allah’a iba*det eden bütün melekler kastedilmiştir.
lâfzındaki “nün” harfi “azamet nûnu”dur. Sanki kula şöyle denilmek istenmiştir; Namazın dışında olduğun zaman, milyonlarla kişi ile bera*ber de olsan “Biz” deme. Ama namazla meşgul olup Bize kulluğunu gösterdi*ğinde, Bize her kim kul olursa onun dünya ve ahiretin hükümdarı olduğunu cümle âleme ilan etmen için (Biz ibadet ederiz) de.
Nimet verilirken, nimete değil de, nimeti verene bakan kimse, belâ vaktinde belâya ve musibete değil de, bunların verene bakar Ve o zaman, her halinde, Marifetullâh’a dalmış olur. Böyle olan her*kes de. daima, mutluluk mertebelerinin en yücesinde bulunur. Nimet verildiği va*kit nimeti verene değil de, nimete gözlerini diken kimse ise, belâlar geldiğinde de belâyı verene değil de, belânın kendisine bakar. Böylece de, her halinde, de*vamlı Allah’tan başkasıyla meşguliyette boğulmuş olarak, daima bedbahtlığa bat*mış olur Çünkü nimeti bulduğu zaman, onun elden gitmesinden korkar da, böy*lece bir azap içinde olur; nimet elinden gittiği zaman da, bir zillet ve ceza içine düşer de. âdeta kendisini zincirler ve bukağılar içinde hisseder. Bu incelikten do*layı, Cenâb-ı Allah Hz. Musa’nın ümmetine;
“Nimetlerimi anınız.” {Bakara, 40); Muhammed (s.a.v) ümmetine de;
“Beni anınız ki, Ben de sizi anayım” (Bakara, 152) demiştir. Bu incelikleri iyi anlayın.
اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ
6 – İhdinas sırâtel mustakîm.
Bizleri doğru yola ilet
Doğru yol, dümdüz, sapmadan gidilen sıratel müstakim yolu üzere, bu yolda avam olan kullar yolda sebat ederek Hamd Makamını ister. Havas olan kullar ise artık övgülerinden dolayı Övülecekleri makamı arzu ederler ve onun için gayret ederler.
Ayette geçen ihdina kelimesi Rahman ve Hadi isimlerinin baktığı bir kelimedir.Bu nedenle burada Hidayet belirtilmekte ve bu hidayete ulaşmanın yolununda doğru yol üzerinde sebat etmek olduğu anlatılmak istenmektedir. Hidayeti şu başlıklarda toplayabiliriz.
1- Manevi ve maddî kuvveti bereketlendirmek ki insanın işlerini düzeltmeye sebep olan dış ve iç duygularını, akıl ve irade gücünü ve hatta tabiî ve hayvanî kuvvetlerini ihsan etmek ve devam ettirmek, iradeler ile maksatlarını uygun düşürmek, başarılı olmasını sağlamak gibi.
2- Hak ile batılı, iyilik ile fenalığı birbirinden ayıran delilleri ortaya koymaktır ki “Semûd’a gelince; Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.” (Fussilet, 41/17), “Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?” (Beled, 90/10) âyetlerindeki hidayet bu cinstendir.
3- Peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek ki “Onları, emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.” (Enbiyâ Sûresi, 21/73) ilahî sözünde hidayetten maksat bu olduğu gibi, “Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru yola götürür.” (İsrâ, 17/9) âyetinde de böyledir.
4- Vahiy veya ilham veya doğru çıkan rüyalar gibi olağanüstü yollarla kalblere sırları keşfedivermek ve eşyayı gerçekte oldukları gibi gösterivermektir ki buna özel hidayet denilir. Çünkü bilhassa peygamberler ve velilerde meydana gelir. Bunun için genel olarak bunun yolları, olağanüstü yollardır. Bununla beraber herkesin az da olsa bundan payları yok değildir. Şu kadar ki kesin bilgi derecesine yükselemez. Bunlar subjektif, objektif, tekvinî ve tenzilî olarak da özetlenebilir. Kur’ân’da hidayet kelimesi kullanıldığı zaman, bunlardan hangisinin kasdolunabileceğini yerine göre anlamak gerekir.
Sıratı Müstekim Allah’ın yolu, doğru yol, uygun yol, Allah’ın kitabı, iman ve imana bağlı olan şeyler, İslâm ve İslâm şeriatı, Peygamberimizin ve ashabın büyüklerinin yolu, sünen (yollar), sünnet ve cemaat yolu, cennet yolu, cehennem köprüsü nihayet bunları özetleyen muhakkîkler (araştırıcı, kritikçiler)in doğru yol ve İslam milleti tefsiri.
Burada geçen doğru yol Sırat a da atıftır.Kul Dünyada iken dost doğru yolda sebat eder ve şaşmaz ise ahrette de Sıratı geçmesi o denli kolay olur…inşallah
صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
7 – Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn.
O kendisine nimet verdiklerinin yoluna, o gazaba uğramış ve sapmışların yoluna değil
Allah Azze ve Celle bizden “nimet verdiklerinin” yoluna iletmesini istememizi bildirmiş peki kim bu nimet verilenler? Rahman bize bunun en güzel cevabını gine Kuranda bildirmiş;
“Öyle ya: Her kim Allaha ve Peygambere mutı’ olursa işte onlar Allahın kendilerine in’am eylediği: Enbiya, sıddıkîn, şüheda ve salihîn ile birliktedirler, bunlarsa ne güzel arkadaş!” Nisa – 69
Demek nimet verilenler Enbiya, Sıdık, Şuheda ve Salihler imiş ve bizimde bu vasıftaki kullarına verdiği nimetlerden istememizi Allah c.c. bizden istiyor.Yine anlıyoruzki bu insanlar daha evvelki ayetlerde bahsettiğimiz Hamd Makamına ulaşan insanlar ya Rabbi bizede ver diyoruz.Bu bile olmazsa bu insanların peşinden onların gittiği yoldan gitmeyi nasip et diye Allaha c.c. duada bulunuyoruz …
Gazaba uğrayanlar ve Sapmışlar olarak tafsirciler Yahudi ve Hristiyanlara atıf olduğunu bildirmiştir ki bu insanların gazaba uğradıkları ve sapkın oldukları zaten bizede bildirilmekte…
Diğer bir hakkatı ise; Fatihanın içindeki bu nimetlerden mahrum olan, Allahı c.c tanımayan veyahut tanıyıp böbürlenen Firavn, Nemrut gibi insanlara atıf vardırki bu şekilde hayatını sürdürmüş yada sürdüren insanların yoluna iletmemsini istemektir.
Dalle kelimesi sapıtma ve aşağı kayma anlamında kullanılır
Bu olay Hamdiyet Makamına giderken kişilerin şeytanın oyunlarına gelerek ayaklarının kayması sonucu olmaktadır.Delalete girenlerede Mudil denmektedir.
Amin
Fatihanın sonunda Amin demek Sünnettir. Son olarakta “ya Rab bizden bu yapmış olduğumuz övgüyü ve duayı kabul et” diyerek Yaratana iltica ederiz.
Amin kelimesi dört hak kitabın manasının toplanmış halidir.Fatihanın sonunda olmasıda bu sebepledir.
Kuran harfleri içinde nurani ve zulmani olan harfler vardır.Bu harflerden yedi adedi zulmanidir ama bu yedi harften Fatihanın içinde yoktur.Ha harfi ateş harfidir ama Fatihanın içinde bulunmaz bu nedenle ateşli hastalıklarda Fatiha okunması dindiricidir.Nitekim Efendimiz Hz Hüseyin ve Hz Hasan torunlarına ateşlendiklerinde 72 Fatiha okumuşlardır…
Fatiha Tevhiddir.İmanın esaslarını içine alır.
Alt alta altı Elif İmanın altı şartına atıftır.
Cehennem yedi dir.Her ayet bir Cehennem kapısını kapatır.
Nimet verilenler cennetliktir, cehennemden uzaktır.
7 ayet Nefsin yedi makamına bakar.
Yedi kat göklere bakar.
Refiki Ala yedinci kat makamıdır.
Fatihada geçmeyen harfler aynı zamanda yedi kat göğe, yedi müvekkile ve yedi güne bakar.
Fatiha Suresinin görevlileri ise; Rukyail a.s Fatihanın hadimlerindendir ve Melektir.Yeryüzündeki Meliki ise Haydar dır.