Kategoriler
Tavsiye Siteler
Son Yazılar
Son yorumlar
11 yıl önce tarafından yazıldı, 342 kez okundu ve hakkında yoruma kapatıldı.

Akl-ı Matbu veya Garızi Akıl

 

Garizi Akıl, maddiyat bakımından hayvanata az çok benzerliği olan insanın, hayvan sınıfından farklılık ve üstünlüğünü başlı başına gösteren manevi bir hassadır. Bu manevi hassa, insanlarda doğuştan mevcud bir kabiliyet olup bazı kimselerde çok, bazılarında azdır. Fakat esas bakımından derece farkı ve değişikliği yoktur.

Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:

“Aklı iki akıl olarak gördüm: Birisi matbu, (iyiyi ve kötüyü henüz birbirinden ayıramayan) diğeri mesmu (öğrenmekle elde edilen) akıl. Fıtri akıl olmadıkça, öğrenmekle elde edilen akıl fayda vermez. Nitekim, göz görmeyince güneşin ziyasının fayda vermemesi gibi. Dünya ve ahiret saadetinin vesilesi olan akıl, nasıl olur da şerefli olmaz veya böyle bir akıldan nasıl şüphe edilebilir?” 1

Garizı akıl; terbiye, tahsil ve tecrübe ile gelişerek “Akl-ı mükteseb” haline yükselmedikçe, kemale erişmiş olamaz. Garizı akıl, mükteseb aklın ibtidai halidir.

Nitekim, tufuliyet ve sabavet devrelerinde insanın maddi ve cismani gelişmesi gibi, akıl, kuvvet ve sermayesi de henüz gelişmeye muhtaç ibtidai haldedir. Lakin bu ibtidai devreyi geçiren her kimse “akıl ve baliğ” sıfatını almış bulunacağından, hitap ve teklife muhatap olur.

Binaenaleyh, “garizi akıl” sebebiyledir ki, insanlar Cenab-ı Hakkın hitabına liyakat kesb etmişler ve din ile mükellef tutularak hal ve hareketlerinden Hak Teala katında mesul olmuşlardır.

Bu itibarla müfessirin-i kiram hazretleri, “Diri ve hayatta olanları uyarsın diye” ayet-i celilesini “Akıl sahiplerini uyarsın diye”2 diye tefsir etmişler ve bu suretle, hayatta bulunan insanın mutlaka akl-ı gariziye malik ve hitaba layık olacağını belirtmişlerdir.

Hükemadan bazıları demişler ki; aklın başlıca belirtisi, anlayıştaki çabukluktur; gayesi ise, amacı ve hedefi görmede ve düşünüşteki doğruluktur. Dolayısıyla fıtraten akl-ı garizisi kuvveli olarak yaratılmış olan yüksek zeka sahipleri, en müşkil meseleIerde bile cevaptan aciz kalmazlar. Hz. Ali’ye (r.a.) sormuşlar: “Cenab-ı Hak ahirette bu kadar çok kullarının hesabını hep bir den nasıl görecek?” Hz. Ali (r.a.) cevap vermiş: “Dünyada kullarını hep birden nasıl besliyorsa, öyle.”

Ashab-ı kiramdan Abdullah b. Abbas (r.a.)’dan; “Ruhlar cesetten ayrıldığı vakit nereye gidiyor?” diye sormuşlar. O da; “Yağı tükenen kandilin ışığı nereye gidiyorsa?” diye cevaplandırmış.

Hikaye edildiğine göre, bir gün İblis, Hz. İsa’ya (a.s.) görünerek şöyle der: “Allah’ın alnıma yazmadığı şey bana değmez, yani başıma gelmez.” buyuran siz değil misiniz diye sormuş. “Evet” cevabını alınca, öyle ise demiş, şu yüksek dağın tepesinden kendinizi aşağıya atınız, şayet sizin için helak mukadder değilse, sağ-salim kalırsınız. Hz. İsa (a.s.) buyurmuş ki; “Kullarını denemek Allah’ın hakkıdır, ama kulların Allah’ı denemek haddi değildir.” 3

Ashab-ı kiramdan Kasım b. Abbas Hazretlerinin rivayet ettiğine göre, Hz. Ali’ye (r.a.); “Arz ile sema arasındaki mesafe ne kadardır?” diye sormuşlar, “Bir duanın Allah katında kabul oluncaya kadar aştığı mesafeden ibarettir.” buyurmuş. Meşrik (doğu) ile mağrib (batı) arasındaki mesafe nedir? diye soranlara da; “Güneşin doğudan batıya kadar aşacağı mesafedir.” cevabını vermiş.

Şuaradan biri şu mealde bir beyt söylemiş: “Garizi akıl, sahibinin bir zınetidir. Lakin aklın tekemmül ve inkişafı uzun tecrübelere muhtaçtır.”

Deha

Deha denilen akıl fazlalığına gelince; “Akl-ı müktesebe değil, akl-ı gariziye ait ve aynı zamanda tabiat üstü sayılacak bir haldir.” Deha sahiplerinin çoğu, iş bu manevi sermayeyi, hayırdan ziyade şerre, yani mekir ve hileye sarf ettiklerinden dahilik, beğenilecek bir vasıf sayılamaz …

*Resulüllah (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:

“Akıllı kimse ancak Allah’a iman eden, peygamberlerini tasdik eden ve ibadetlerini yapandır.”4 buyurmuştur.

Her ne kadar bunlara akıl denebileceğini, “çünkü kendilerinde kuvveyi aliyenin fazlasıyla mevcut bulunduğunu ileri sürenler varsa da bu nazariyeyi kabul etmeyenler, aklın asıl görevinin, insanı daima hayırlı işlere ve hareketlere yöneltmek olduğunu ve binaenaleyh, dahileri akıllı değil, kurnaz diye vasıflandırmanın daha uygun olacağını söylüyorlar.

DİPNOT:

1- İmam-ı Gazali, İhyau Ulumiddin, c.3, Rub’ul Mühlikat
.2- (Yasin Suresi: 70)3
– Kitab-ı Mukaddes, Matta İncili Bab: -4
4-İbn-i Muhber, Said b. Müseyyeb’den rivayet etmiştir.

İmam-ı Gazali, İhyai ulumid din c.1 s. 280-281

Lügatçe

Ashab-ı kiram: Peygamber Efendimizle mü’min olarak karşılaşan ve mü’min olarak ölen kimseler.
İbtidai: Basit, yeni, ilk.
İnkişaf: Gelişme.
Fıtri: Doğuştan olan.
Kuvve-i aliye: Yüksek güç ve kabiliyet.
Manevi hassa: Özellik. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmuyan şey.
Mukadder: Önceden takdir edilmiş, belirlenmiş.
Müfessirin-i kiram: Kuı’an-ı Kerim’in ayetlerini tefsir edip yorumlayan İslam alimler.
Nazariye: Teori. Yalnız akli ve zihni esaslara dayanılan fikir. Şuara: Şairler.
Tekemmül:Gelişip kemale erme, olgunlaşma.
Teklif: Cenab-ı Hakkın insanları, emir ve nehiyleriçerçevesinde hareket etmekle görevlendirmesi.
Tufuliyet ve sabavet: Çocukluk dönemi.
Ziya: Işık, nur. Zinet: Süs.

Etiketler:

Malasef Yorumlar Kapalı.